Bir de Venedik'i çağrıştıran kanallar boyunca yanyana dizili görkemli saraylar, konaklar. Üç yıl önce ziyaret ettiğimde, şehir tarihi ve kültürel mirasıyla beni çarpmış aynı zamanda üzmüştü de... Hüznüyle, yıkık dökük saraylarıyla servetini kaybetmiş, görkemli günlerini geride bırakmış bir asilzadeyi çağrıştırıyordu.
Ancak görünen o ki, Devlet Başkanı
Putin'in hem burada Belediye Başkanlığı Yardımcılığı yapmış olması, hem ekibinin büyük bir çoğunlukla St. Petersburg'lu olması şehrin kaderini değiştirmiş.
Rusya'nın Avrupa'ya çıkış kapısı olan St. Petersburg hızlı bir değişim sürecinde.
Hafta sonunda İstanbul'da DEİK toplantısının onur konuğu olan St. Petersburg Valisi ve Belediye Başkanı
Vladimir Yakovlev konuşmasında bunun işaretlerini veriyor.
‘‘St. Petersburg Rusya'nın kültür merkezi ama aynı zamanda ikinci büyük sanayi merkezi. Şimdi şehrin hem alt yapısını tamamlıyoruz, hem makyajını tazeliyoruz’’ diyor.
Türk işadamlarına
‘‘gelin siz de bu sürece katılın’’ çağrısında bulunuyor.
Sarayların restorasyonundan, çöp atıklarının temizlenmesi, köprü ve 150 kilometrelik çevre yollarının yapımı, turizm tesislerinin kurulması, teknopark inşaatına kadar St. Petersburg'un gereksinimleri hayli fazla.
Yakovlev'den öğreniyoruz ki, zaten şehri yabancılar istila etmiş bile.
Mesela sarayların restorasyonu İtalyanlar tarafından yapılıyormuş.
DEİK'in yemeğinde TİM'i temsilen katılan, Deri İhracatçıları Birliği Başkan Yardımcısı
İsmail Boy, söz İtalyanlardan açılınca
Yakovlev'e rica ediyor:
‘‘İtalyanların St. Petersburg'da ayakkabıya yönelik bir organize sanayi projeleri var. Türkiye deri üretiminde ciddi bir know-how'a sahip. Rusya'daki 80 tabakhaneye karşılık bizdeki tabakhane sayısı bin 200. İtalyanların projesine bizi de katın.’’
Türk-Rus İş Konseyi Başkanı
Turgut Gür'un ise mesajı net:
‘‘St. Petersburg'un makyajına talibiz.’’ İstanbul ile aynı kaderi paylaşmış
ST. PETERSBURG Valisi ve Belediye Başkanı
Vladimir Yakovlev'in İstanbul ziyaretinin gerisinde, İstanbul ile St. Petersburg arasında 1991 yılında ilan edilmiş
‘‘kardeş şehir’’ deklarasyonu yatıyor.
Bu deklarasyonun nihai bir anlaşmaya dönüşmesine karar verilince
Yakovlev soluğu İstanbul'da almış. İstanbul ile St. Petersburg'un kardeş şehir olarak anılmaları hayli anlamlı. Zira bu iki şehir hemen hemen aynı kaderi paylaşmış.
Her ikisi Batı'ya açılan pencereler olmuş.
Her ikisi başkent olmuş.
Ve her ikisi başkentliği kaptırmakla birlikte, Türkiye'nin ve Rusya'nın
‘‘yürekleri’’ olmaya devam etmiş.
DEİK'teki toplantıdan sonra, Beyoğlu'ndaki Rus Başkonsolosluğu'nda ise
Yakovlev,
‘‘St. Petersburg’’ Salonu'nun açılışı törenine katılıyor.
Meğer, 1999 depreminden hayli zarar gören başkonsolosluk binasında restorasyon çalışmaları yeni bitmiş ve bu salonun resmi açılışı için
Yakovlev beklenmiş.
Başkonsolos
Sergey Velichkin, binanın 1837 yılında, St. Petersburg'da önemli eserlere imza atmış olan İsviçre asıllı İtalyan mimar
Gaspare Fosseti tarafından yapıldığını söylüyor.
‘‘St. Petersburg’’ Salonu bu şehrin ünlü saraylarının resimleriyle süslenmiş. Hatta bazılarının resimleri sadece İstanbul'daki bu binada mevcut.
Yakovlev, gelirken St. Petersburg'un yeni bir resmiyle kurucusunun heykelini getirmiş. Onları da salonda gördük.
İşte Kuzey-Güney aksı
TÜRKİYE ve Rusya'nın kaderleri AB'ye üyeliği söz konusu olunca kimi yerde kesişiyor.
Avrupa'da genel eğilim Rusya'nın asla
‘‘sindirilemeyeceği’’ yolunda olsa da kimi aydınlar Rusya'nın uzun vadede Avrupalı olması gerektiği görüşünde. Mesela birkaç yıl önce konuştuğum
Jacques Attali, hem Türkiye'nin hem Rusya'nın AB'ye katılması gerektiğini söylüyordu.
Her neyse, bugüne dönersek, AKP Lideri
Recep Tayyip Erdoğan'ın Davos'ta ilk katıldığı ve AB üyeliğinin tartışıldığı toplantıda Rusya'dan da Rus Demokratik Partisi Lideri
Griogory Yavlinsky vardı.
Ne yazık ki, başka bir yerden doğrulatma fırsatım olmadı.
Yavlinsky'ye göre, Avrupa Birliği'ne katılmak isteyen Rusların oranı yüzde 60.
‘‘Ruslar kendilerini kültürel ve tarihsel olarak Avrupa'nın bir parçası olarak görüyorlar. Partim Avrupa ile bütünleşmek için elinden geleni yapacak’’ demişti.
Yavlinsky açısından durum böyle. Türkiye’nin AB üyeliği için katettiği yol meydanda.
Rusya ile asla kıyaslanamaz.
Ancak Türkiye, Rusya ve AB ilişkileri söz konusu olunca Türk-Avrasya İş Konseyleri Başkanı
Tuğrul Erkin'in değindiği, değişik bir bakış açısına dikkat çekmek istiyorum.
Geçen hafta Ankara'da, ASAM (Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi) üst düzey askeri yetkililer, akademisyen ve işadamlarının katıldıkları bir toplantı düzenlemiş.
Toplantıya katılan Rus Profesör
Kadirbayev, Türk-Rus ilişkilerinin 900 yıllık geçmişinden yola çıkarak,
‘‘Önemli bir gelişme gözden kaçıyor. Avrupa Birliği ilk kez Romanya ve Bulgaristan ile Karadeniz'e resmen ortak oluyor. Yani, Türkiye ve Rusya'ya rağmen Kafkasya'ya komşu olacak. ABD Afganistan'daki varlığı nedeniyle Orta Asya ile ilişki içersinde. Bu durumda Türkiye ve Rusya'nın bir güney-kuzey aksı oluşturmaları şart’’ demiş.
Tuğrul Erkin, Profesör
Kadirbayev'in
‘‘Türkiye-Rusya ilişkilerinin önünde altın bir fırsat var’’ dediğini de belirterek köklü ilişkilere rağmen, iki başkent arasında bir güvensizliğin altını çiziyor.
Erkin,
Recep Tayyip Erdoğan'ın aralık ayındaki Moskova gezisinde Türk işadamlarıyla yaptığı toplantıda bu kaygısını şöyle ifade etmiş:
‘‘Türk ve Rus işadamları olarak bizler işbirliğini ve birbirimize güvenmeyi öğrendik. Yöneticilerimizin de birbirlerine güvenmeyi öğrenmeleri gerekiyor. Aksi takdirde sayısız imkan kaçıp gidecek. Bizler ufak tacir veya taşeron, sizler de basiretsiz devlet adamları olarak anılacaksınız.’’
Uzun lafın kısası, işadamlarımızın uluslararası platformda varlık göstermeleri ciddi bir vizyon meselesi.