Kurtulamadık şu zehirli varillerden

YIL 1988.

Hürriyet’in o yıllarda Roma temsilciliğini yapan Mehmet Demirel bomba gibi bir haber geçiyor.

Bir İtalyan şirketi zehirli atık içeren yüzlerce varili Karadeniz’e bırakmıştı.

DDT dahil son derece toksik kimyasal atıklar içeren variller günlerce manşet oluyor.

Varillerden kimi Karadeniz sahillerine vuruyor.

Kimi depolara kaldırılıyor.

Kimi gömülüyor.

Sonra tümü unutuluyor.

2000 yılında Greenpeace Akdeniz Ofisi, Sinop ve Samsun’daki varilleri yeniden gündeme getiriyor.

Hem de toprağa gömülen varillerden sızan kimyasal atıkların yeraltı sularına karışmış olabileceği uyarısıyla.

Samsun ve Sinop’ta İtalya’nın zehirli varilleri geri alması için kampanyalar açılıyor.

Nafile.

Greenpeace Akdeniz tutuyor 2002 yılında varillerden ikisini depolardan çıkartarak İtalya’ya götürüyor.

Niyeti İtalyan kamuoyunu da harekete geçirmek.

Aradan 18 yıl geçti.

Kıyılarımıza vuran zehirli 367 varilden ikisi hariç diğerleri yerli yerinde.

İtalya bugüne kadar onları almadı.

Anladığım kadarıyla Ankara ve İtalya arasında hálá görüşmeler sürüyor.

Greenpeace Akdeniz Ofisi Toksik Maddeler sorumlusu Banu Dökmecibaşı dünkü konuşmamızda İtalya’nın sunulan kanıtları reddettiğini söylüyor.

KENDİ SANAYİCİMİZİN ÇÖPLÜĞÜ

Hem İtalyanlar yan çiziyor, hem bizim bakanlık yetkilileri konuya yeterince vakıf değil.

Tuzla’nın Orhanlı beldesinde ortaya çıkartılan zehirli varillere gelince...

Dökmecibaşı’na göre, bu tür vakalar ilk değil, sonuncu da olmayacak ne yazık ki.

"Çevre ve Orman Bakanlığı kendi politikasında ciddi bir değişiklik yapmadığı, bakanlıktan yerel yönetimlere kadar uzanan halkada kontrol mekanizmaları işlemediği takdirde bunlar tekrarlanacak" diyor.

Sonuçta Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe’nin "büyük bir sanayiciyi" suçlaması boşuna.

Kontrol mekanizmaları neden işlememiş?

Neredeyse 20 yıldan beri şu zehirli varil meselesini konuşuyoruz.

İşin kötü yanı şu:

Eskiden gelişmiş ülkelerin çöplüğüydük, şimdi kendi sanayicimizin.

Pırlantalı mücevhere 816 milyon dolar yatırdık

ALTINI da seviyoruz pırlantayı da.

Altın talebinde Hindistan ve ABD’den sonra üçüncü sıradayız.

Pırlantada hızla üst sıralara doğru tırmanıyoruz.

Türkiye’de pırlanta satışı 2005’te bir yıl öncesine göre yüzde 25 artmış. Pırlantalı mücevher satışı 816 milyon doları bulmuş.

De Beers’in Johannesburg’daki merkezindeki sunumda kulağımıza çalınan bilgiler bunlar.

Dünyadaki ham elmas pazarının yüzde 48’i Güney Afrika kökenli De Beers’in elinde.

Bu oran 10 yıl öncesi yüzde 70.

Ancak De Beers 1998 yılından itibaren politikasını değiştirmiş.

Ham elmas pazarını kontrol etmek yerine elmastan elde edilen pırlantada talep yaratma politikasına yönelmiş.

De Beers Grubu’nun pazarlama ve satış kolu olan DTC 1995 yılından beri Türkiye’de faaliyette.

DTC’nın ta 1947 yılında ortaya atmış olduğu "Pırlanta Sonsuza Kadar" sloganı bizde neredeyse 10 yıla yakın biliniyor.

Hem biliniyor, hem etkili oluyor ki araştırmalara göre Türkiye’de pırlantası olanların oranı yüzde 18.

Düşünün her dört kişiden birinin yoksulluk sınırında olduğu Türkiye’de pırlanta satışları patlama yapmış.

Hatta DTC’nin verilerine göre, 2005 yılında Çin ve Hindistan’ı geçmiş.

Ama bu durum sadece Türkiye’ye özgü değil.

GELİŞMEKTE OLANLARDA TALEP PATLADI

Aynen bizim gibi gelişmekte olan bir ülke olan Güney Afrika da benzer bir durum söz konusu.

5 yıl öncesi pırlanta satışının yüzde 75’i turistlere, yüzde 25’i iç tüketime yönelikmiş.

Bugün iç tüketim yüzde 40 oranında.

Demek ki, orta sınıf da giderek pırlantaya merak salıyor.

En önemlisi herkes kendi kesesine uygun bir pırlanta bulabiliyor.

Diğer yanda, pırlanta satışlarını körükleyen evlilik, nişan gibi olaylar daha genç nüfusa sahip bu ülkelerde daha yaygın.

De Beers’li yetkililer diyor ki "Türk kadını pırlantalı takılara bayılıyor".

İlginç bir ayrıntı daha.

Türk kadını pırlantanın parlaklığına, Amerikalı kadın ise büyüklüğüne bakıyormuş.

YATIRIM ARACI OLABİLİR Mİ

Peki altın gibi pırlanta da bir yatırım aracı olabilir mi?

Sorum Johannesburg’daki merkezde De Beers’li yetkililere.

Kullanılmış pırlantalı mücevherlerin yüzde 20 oranında bir kayıpla satılabileceği yanıtını alıyorum.

Ancak bunun istisnası var.

Şöyle ki, pırlantalı mücevher getirisi olan bir yatırım aracı olabilir ancak ünlü bir tasarım markası olması koşuluyla.

Örneğin, Le Figaro Magazine son sayısında okurlarına önerdiği 20 yatırım aracı arasında mücevherleri de saymış.

Ancak bunların Boucheron, Van Cleef&Arpels, Cartier gibi ünlü markaların ürünleri olması şartını koymuş.

Marka bir tasarım aldığınız takdirde bunun ilerde bir sanat eseri kadar prim yapma şansı mevcut.

Peki ham elmas, kuyumcu camekanındaki pırlantalı bir mücevhere dönüşünceye kadar hangi aşamalardan geçiyor?

Bu sorunun yanıtı pazar gün ilavedeki yazıda.
Yazarın Tüm Yazıları