Kadınlar vakit geldi derse

Vakit geldi diyenler denize atılan taş misali ya umutlarının dalga dalga çoğaldığını, herkeslere ulaştığını görecek. Ya da taş tüm ağırlığıyla dibe çökecek, karanlık daha fazla basacak.

Hrant Dink’in öldürülmesinden belki üç ay sonra, Malatya’dan hemen önceydi.

YÖK Başkanı Erdoğan Teziç’e suikast girişiminden ise tamı tamına de on gün önce.

Bir grup kadın şiddete, "öteki"ne tahammülsüzlüğe, bizleri zehirleyen havaya artık "yeter" demek için bir araya geldi.

"Vakit geldi" diye başlayan ve "Şiddeti, nefreti, ayrılıkları besleyen, bizleri birbirimize karşı ötekileştirip ayrı düşüren, topraklarımıza ve yüreklerimize mayınlar döşeyen karanlığın efendilerine karşı kendi dilimizle konuşmanın vakti çoktan geldi" diye devam eden e-postaları dolaştı önce internette.

"Vakit geldi" mesajını alanlar bir cumartesi sabahı erkenden toplantı yerinin yolunu tuttular.

İşkadınları, gazeteciler, avukatlar, akademisyenler, siyasiler ve sanatçılar. İstanbul’dakilerle, Ankara Diyarbakır, Urfa, Van, Batman, Mardin, Hakkari’den kalkıp gelenler buluştu.

Birbirlerini tanıyanlar hasret giderdi. Tanışmayanlar kaynaştı. Kahveler, çaylar içildi.

KALABALIKLAR ÖNÜNDE KONUŞULMAYANLAR

Sonra anlatacak bir öyküsü olanlar sırayla aldılar mikrofonu ellerine.

Kimi usul usul açıldı, kimi birden ve heyecanla.

Kimi "azınlık" olarak Türkiye’de yaşamanın zorluklarını dile getirdi.

Kimi doğuda mayınlı arazilerde geçen hayatların zorluklarını.

"Yüreklerimizdeki mayınları artık temizleyelim" diyerekten.

Karşı karşıya kalınan önyargılar, "öteki" olmanın sancıları döküldü teker teker dudaklardan.

Sadece duygusal şeyler yoktu konuşmalarda. Hukuk sistemindeki aksaklıklar, istatistiki bilgilerin eksikliği, kadının ezilmişliği gibi şeyler de geldi gündeme konuların uzmanlarından.

Şimdiye kadar kalabalıklar önünde pek konuşulmayanları duymak nedense kimseye garip gelmedi.

Çünkü çoğu zaten bilinen, hissedilen ama dile getirilmeyen şeylerdi.

"Ne çok tabu, ne çok kırgınlık, derinlere kök salmış ama hiç konuşulmamış ne çok şey varmış!" diye düşündü sessizce herkes.

Hemen oracıkta bir nevi vicdan muhasebesine girişmek ne iyi geldi çoğumuza.

Boşaltılmış köylerden, mayınlı tarlalardan, sevgili Hrant Dink’in ölümünden, "töre cinayetlerinden", yoksulluktan, bakımsızlıktan ölen bebeklerden, toplumu giderek saran şiddet ve hoşgörüsüzlükten kimler sorumluydu?

"Karanlığın efendileri" kuşkusuz.

Peki neden onlara itiraz sesleri daha yüksek, çok daha yüksek çıkmıyordu?

Bir araya geldiğimizde seslerimizi daha çok duyurmak mümkünse eğer neden bunu yapmıyorduk?

Dünyaya getirdiğimiz varlığın ne kadar kıymetli olduğunu biz kadınlar erkeklerden daha iyi bilmiyor muyduk?

O halde ortak düşman şiddete karşı neden sıkıca kenetlenmiyorduk.

İşte o cumartesi sabahı bazı kararlar alındı. Öncelikle birbirimizin sesini daha fazla duymak, birbirimizin yüreklerinin derinlerine daha fazla inmek gerekliydi.

Sonra bir ağ oluşturmak, haberleşmek ve belirli aralıklarla bir araya gelerek çözümler üretmek.

"Vakit geldi" diyenler denize atılan taş misali ya umutlarının dalga dalga çoğaldığını, herkeslere ulaştığını görecek, ya da taş tüm ağırlığıyla dibe çökecek, karanlık daha fazla basacak.
Yazarın Tüm Yazıları