EKONOMİDEN sorumlu Devlet Bakanı Kemal Derviş'in önümüzdeki günlerde programı hayli yoğun.
İzleyebildiğim kadarıyla ABD üzerinden Kanada'ya gidiyor, oradan İsviçre'ye geçiyor.
Türk-Kanada İş Konseyi Başkanı, ARGE Danışmanlık Yönetim Kurulu Başkanı Yılmaz Argüden'in verdiği bilgiye göre, Derviş Kanada'da Almanya Şansölyesi Schröder'in açılışını yapacağı Montreal Konferansı'na katılıyor. Ardından, Kanada-Türk İş Konseyi'nin kuruluş törenine katılıp, Kanadalı işadamlarıyla biraraya geliyor.
Yarın ise Zürih'te DEİK tarafından düzenlenen Türk-İsviçre İş Konseyi'nin toplantısına konuk konuşmacı olarak katılıyor.
Derviş'in ziyareti nedeniyle Türkiye'deki İsviçre Ticaret Odası'nın önceki gün Swissotel'de düzenlediği öğle yemeğinde İsviçre büyükelçisi Kurt O.Wyss'i dinleme fırsatını buldum.
Türkiye ile İsviçre arasındaki ekonomik ilişkileri anlatan Wyss, yabancı yatırım meselesine de değiniyor ve ‘‘güven ortamının’’ yaratılmasının üzerinde önemle duruyor.
Büyükelçi konuşmasının sonunda ise ilginç bir şey söylüyor: ‘‘Bu yılki gelişmeler ne olursa olsun İsviçre Türkiye'nin önemli ve güvenilir bir ortağı olmaya devam edecektir...’’
Benim büyükelçinin konuşmasından anladığım, yabancıların gözü Türkiye'deki gelişmelerde.
Olumlu ya da olumsuz birşeylerin olacağı beklentisi var.
Swissotel'deki öğle yemeğinde ayrıca ülkenin önde gelen ihracat sektörlerini tanıtan bir DVD sunumu yapılıyor.
İsviçre ticaret ve ihracatı canlandırmak için sistemini yeniden yapılandırma yoluna gitmiş.
Amaç, ticaretini, ihracatını daha koordineli bir şekilde yürütmek.
Meselá, İsviçre kuruluşları için özel önem taşıyan pazarlarda, İsviçre İş Merkezleri oluşturma çalışmalarına başlanmış. Bunlar bir tür danışmanlık hizmeti verecek.
Aynı masada oturduğumuz YASED Genel Sekreteri Abdurrahman Arıman‘‘Henüz Türkiye'de bir Kalkınma Ajansı bile kuramadık. İsviçrelilere bakın neler yapıyorlar. Örnek almamız gerek’’ diye hayıflanıyor.
Doğru.
DVD sunumundan İsviçre'nin bu yeni yapılanmasını ne kadar ciddiye aldığı belli.
Ama avunabileceğimiz bir durum var.
İsviçre Dünya Kupası'na gidememiş, elenmiş.
Onlar ticarette, biz futbolda.
Esad'ı en iyi tanıyan adam İstanbul'daydı
ARI Hareketi geçen hafta sonu, Türkiye açısından son derece önemli iki günlük uluslararası bir konferans düzenledi.
‘‘Ortadoğu'da Güvenlik ve İşbirliği’’
Irak sorunuyla, Filistin-İsrail sorununun yuvarlak masa tartışmalarında ele alındığı konferans bitiminde Arı Hareketi Halas Yatı'nda katılımcılara bir davet verdi.
Çiğdem Simavi'nin ev sahipliği yaptığı davette birçok tanıdık simayı görmek mümkün oldu.
DTP lideri Mehmet Ali Bayar, ABD'nin eski Ankara Büyükelçisi Mark Parris, Türkiye'yi çok iyi tanıyan Barak'ın eski danışmanlarından Alon Liel...
Ancak benim için en büyük sürpriz İngiliz gazeteci ve yazar Patrick Seale oldu.
Hafız Esad öldüğünde günlerce kendisine ulaşmaya çalıştığım Patrick Seale'i karşımda görünce nasıl sevindim.
Hafız Esad'ın ilk biyografisini yazdıktan sonra Suriye liderinin şaşırtıcı bir şekilde ‘‘kanının ısındığı’’ Seale yetmişine merdiven dayamış, ‘‘görmüş, geçirmiş’’ bir gazeteci.
Çevresi tarafından ‘‘Esad'ı en iyi tanıyan adam’’ diye tanımlanan Seale ile sohbetimizde Suriye liderinin son günleriyle ilgili ayrıntılar öğreniyorum.
Şam'da ‘‘Zeus’’ diye anılan Esad son günlerinde öylesine güçsüzmüş ki, imza atarken kalemin parmaklarından kaymaması için olağanüstü bir çaba sarfediyormuş.
Denizlerin AKUT'u nasıl ortada kaldı
DENİZCİLERE ayda bir kez denizle ilgili yazma sözü vermiştim.
Bu gidişle daha fazla olacak galiba.
‘‘Boğaz'daki Kazalar Nasıl Önlenecek’’ başlıklı yazımdan sonra, faksıma gelen mektuplardan bir tanesi de DAK-SAR adında, denizde gönüllü acil kurtarma yapan bir kuruluştan.
Yani Denizlerin AKUT'u.
Denizciler Dayanışma Derneği'nin bünyesinde iki yıl önce kurulmuş.
24 saat boyunca isteyenlerin yardımına koşuyor DAK-SAR.
200 gönüllüye sahip.
İngiltere'nin hibe ettiği 7 metrelik iki botla denizde zorda kalanların yardımını hızır gibi yetişiyor.
Ancak fakstan anladığım kadarıyla Denizlerin Akut'u geçen haftadan beri ortada kalmış.
Çünkü 16 ay önce DAK-SAR'ı ‘‘buyurun burada çalışın’’ diye davet eden İstanbul Yelken Kulübü geçen hafta aniden buradaki ofisini kapatmış.
Faksı kaleme alan DAK-SAR serdümeni Yılmaz Taşkent‘‘Kulüp yöneticileri ofisimizi kapatma kararı alınca ortada kaldık. Telefonlarımız bile yok. Şimdi çalışmalarımızı Kalamış Marina'da bir balıkçı teknesinden sürdürüyoruz. Ancak telsiz kanalı 16-73'ten yardımcı olabiliyoruz’’ diye yazmış.
DAK-SAR'ın başkanı emekli tümamiral Varol Atalay’lakonuşuyorum.
O da buruk.
Çünkü Kadıköy Belediyesi'nin desteğiyle önümüzdeki günlerde Kalamış Marina'da bir binaya geçmek üzereymişler. ‘‘İstanbul Yelken Kulübü bari biraz daha bekleseydi’’ diyor. ‘‘Bize ulaşmak iseyenler zorlanıyor.’’
Varol Atalay'dan DAK-SAR'ın elinde Deniz Kuvvetleri'nin hurdaya çıkartmış olduğu bir çıkarma gemisi olduğunu da öğreniyorum.
Bu tür geminin en büyük özelliği en alçak kıyıya yanaşabilecek kapasitede olması.
İstanbul'da olası bir depremde son derece yararlı olabilecek bir gemi bu. Varol Atalay'ın verdiği bilgiye göre, Yalova'ya denizden yardım gerekli bir çıkarma gemisi olmadığı için yapılamamış.
Yani DAK-SAR, iyi donanımlı, deniz güvenliği konusunda iyi eğitimli insanları biraraya getiren bir sivil toplum kuruluşu.
Denizi seven herkesin ona sahip çıkması gerek.
Bu arada yeri gelmişken küçük bir parantez.
DAK-SAR ile ilgili faksı aldığımın hemen ertesi günü İDO'nun deniz otobüslerinde parasız dağıttığı Sea Life Dergisi'nde bu kuruluşla ilgili uzunca bir makale vardı.
Hatta itiraf etmeliyim ki, ‘‘Denizlerin AKUT'u’’ tanımlaması da bu dergiye ait.
Sea Life, Nilgün Uysal, Leyla İsmier, Emine Çaykara,Figen Akşit gibi uzun yıllar Babıali'de çalışmış gazetecilerin yazı yazdığı son derece kaliteli bir dergi.