Paylaş
Meral Tamer’in önceki gün TOBB Üniversitesi’nden Prof. Dr.Serdar Sayan’ın verilerine dayanarak yazdığına göre, en düşük gelirli yüzde 20’lik dilim çocukların yüzde 40’ına sahip.
Bu ne anlama geliyor?
Türkiye’deki her 100 çocuktan 40’ı iyi beslenmiyor, bırakın tavuğu, eti, balığı, süt ve yumurta dahi bulamıyor.
Bizler “tuzu kurular” “sağlıklı beslenme” furyasına kapılmışız bu çocukları düşünen yok
Bu yüzden önümüzdeki pazartesi günü ikincisi başlayacak olan ve ağırlıklı olarak yeterli beslenemeyen çocuklara yönelik “Okul Sütü Programı”nın ikincisini destekleyelim.
Destekleyelim diyorum çünkü geçen yıl sütün okullara dağıtılmaya başlattığı günlerde tatsızlıklar yaşanmış, kimi çocuklar hastaneye kaldırılmıştı.
“Çocuklar sütten zehirlendi” algısı yerleşmişti.
Ulusal Süt Konseyi Başkanı Harun Çallı bu yıl aynı aksaklıkların yaşanmaması için önlemlerin alındığını söylüyor.
Bu yıl veliler bilgilendirilmiş ve çocukların “laktoz intoleransı”na karşı uyarılmış.
Süt üreticilerinden her türlü “garanti” talep edilmiş.
Kırıkkale Üniversitesi’nden çocuk sağlığı uzman Prof. Dr Selda Bülbül geçen yıl yaşananların büyük oranda “laktoz intoleransı” yani süte bir nevi alerjinin olduğunu söylüyor.
İlkokul çağlarındaki çocukların yüzde 50’sinde görünen “laktoz intoleransı” 24 ile 80 yaşları arasında yüzde 80’lere kadar tırmanıyor. Neticede bu yıl 11 Şubat-
14 Haziran arası 30 bin 885 bin okula haftada üç kez öğrencilere birer kutu süt dağıtılacak.
6 milyon 300 bin ilkokul öğrencisi hiç olmazsa dört ay boyunca süt içebilecek.
Çallı’nın verdiği bilgiye göre, Milli Eğitim, Sağlık ve Tarım Bakanlıklarının açtıkları 134 milyon liralık, 60 bin tonluk süt ihalesini 12 şirket almış.
“Okul Sütü” hem dar gelirli çocukların beslenmesi, hem Avrupa’nın yıllık kişi başı 90 litresine karşı 26 litre tükettiğimiz süt tüketiminin artması için önemli bir program.
Yeter ki, geçen yıl ki gibi aksaklıklar yaşamayalım.
Ertuğrul Günay’ı özleyeceğim
KÜLTÜR ve Turizm Bakanlığı sırasında “keşke öyle yapmasaydı” dediğim çok anlar olmuştur elbet.
Kars’taki “ucube” heykeli yıkılırken, tiyatrolarda kaos yaşanırken örneğin sessiz kalması pek hoş değildi.
Ama dün Ertuğrul Günay’ı, CNN Türk’te Şirin Payzın’ın programında dinlerken onu bayağı özleyeceğimi düşündüm.
Günay, İstanbul’un ancak Çin Seddi’yle karşılaştırılacak 22 kilometrelik surlarıyla ilgili söylediklerinde ne kadar haklı.
Maalesef ancak Sierra cinayetiyle gündeme oturan binlerce yıllık tarihi surlar hiç ilgi görmedi.
Büyük bir olasılıkla Bizans döneminden kaldıkları için.
Günay’ın da söylediği gibi “insanlığın bize emaneti” olan surlar şimdiye kadar iyi bir restorasyondan geçmiş, ışıklandırılmış olsalardı Çin Seddi gibi turistik bir mekana dönüşürlerdi ve kazanan İstanbul olurdu.
“İstanbul’da inşaat furyası durmalı. Yeni binalar inşa etmeden önce tarihi yerlerin envanterini çıkartalım, onları şehre kazandıralım” diyen Günay yine ne kadar haklı.
Onu hem bu yüzden, hem Türkiye’nin arkeolojik mirasına kimselere haber vermeden kazıları gizlice ziyaret edecek kadar gönülden bağlı olduğu için çok özleyeceğim.
Küçük Oteller Derneği
SİRKECİ’nin güzelleşmesi için uğraşan, ödüllü Sirkeci Konak’ın sahibi turizmci Faruk Boyacı’yı yıllardır beri tanırım.
Geçenlerde Boyacı ve şimdi Bodrum’daki Gliss Oteli’nin işletmecisi olan KAGİDER kurucularından Yasemin Tutal ile buluştuk.
Boyacı ile Tutal sayıları azımsanmayacak kadar çok olan “küçük otellerin” örgütlenmesi için dernek kurulduğunun müjdesini verdiler.
Boyacı “15-20 odalı küçük otellerin seslerini duyuracak bir organizasyon yoktu, şimdi var” diyor.
Türkiye’de yaklaşık 3 bin küçük otel olduğu tahmin ediliyor.
Sadece Alaçatı’daki küçük otellerin sayısı 250’yi aşıyor.
Bodrum’da kayıtlı “küçük otellerin” sayısı 170’e yakın ancak Tutal sayının bunun çok üzerinde olacağını tahmin ediyor.
Boyacı “İstanbul’un trend olmasının en büyük nedeni küçük oteller. Kalanların çoğu internette deneyimlerini paylaşan kişiler” diyor.
Küçük Oteller Derneği, kültür turizmine katkıda bulunacağı gibi, bu otellerin sahiplerine eğitim desteği verecek.
Paylaş