Tünel'deki İsveç Sarayı'na karanlık bir bahçeden geçilerek giriliyor.
Pencerelere dizi, dizi konan mumlar saraya esrarengiz bir hava vermiş.
Üstelik elimdeki davetiye tam bir muamma:
‘‘İmparatorluğun Meşalesi, XVIII. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'nun Genel Görünümü ve İgnatius Mouradgea d'Ohsson
kitabının tanıtımı nedeniyle verilen resepsiyona katılımınızı rica ederiz.’’
İgnatius Mouradgea d'Ohsson kim?
Hem İsveçlilerle, hem Osmanlı İmparatorluğu ile ilişkisi ne?
Bu gibi sorular kafamı kurcalarken kendimi sarayın görkemli salonlarınının birinde müthiş bir kitabı karıştırırken buluyorum.
Kitabın sayfalarından ve İsveç'in eski İstanbul Başkonsolosu
Sture Theolin'in konuşmasından
İgnatius'un gizemli kişiliği şekilleniyor; gölgesi İsveç Sarayı'nın loş salonlarına düşüyor.
XVIII. yüzyılda yaşamış olan
İgnatius Mouradgea'yı bir anlamda gün ışığına çıkartan eski başkonsolos
Sture Theolin.
İsveç Sarayı'nın tarihini araştırırken
adına sıkça rastlayınca bazı araştırmacılarla temasa geçiyor.
İgnatius Mouradgea d'Ohsson'un sadece bir tercüman değil, aynı zamanda diplomat, yazar, toplum reformcusu olduğunu keşfediyor.
2001 yılında temas kurduğu araştırmacıları İstanbul'a çağırıp,
Mouradgea semineri düzenliyor ve nihayet yukarıda adı geçen kitap ortaya çıkıyor.
Kitapta
Sture Theolin'in makalesinin yanısıra, sanat tarihçisi Profesör
Günsel Renda, Amerikalı tarihçi
Carter Vaughn Findley, Osmanlı uzmanı
Philip Mansel'in makaleleri var.
İşte gizemli
İgnatius Mouradgea d'Ohsson'un hikayesi.
1740 yılında, Fransız bir anneyle ve İsveç Konsolosluğu'nda tercüman olarak çalışan Ermeni
asıllı Ohannes Mouradgea'nın oğlu olarak İstanbul'da dünyaya gelmiş.
Babasının yolundan giderek tercüman olarak 1760'lardan itibaren İstanbul'daki İsveç elçiliğinde çalışmaya başlamış.
Mouradgea, aslında tercüman ama İslam ve Osmanlı kültür ve tarihine ilgisi dikkat çekici.
Carter Vaughin Findley'e göre, ‘‘Hem Fransız Aydınlanması'nın, hem de Osmanlı imparatorluk sentezinin kozmopolit kültürlerinde yabancılık hissetmiyordu.’’
Fransız-Ermeni asıllı bu Osmanlı vatandaşına 1780'lerde İsveç Kralı
III Gustaf tarafından
Baron d'Ohsson unvanı verilmiş.
Sonra onu garip bir şekilde, 1784-1791 yılları arasında Fransa'da buluyoruz.
Fransız Devrimi'ne bizzat tanık oluyor.
Devrim yılı yani 1789'da Paris'te Osmanlı İmparatorluğu'nun toplumsal tarihini en iyi tanımlayan eser olan ‘‘Osmanlı İmparatorluğu'nun Genel Görünümü’’ kitabını yayınlıyor.
Kitap
I. Abdülhamid ile
III Selim için çalışan en iyi ressamların yardımlarıyla resimlenmiş.
Fransız sanatçıların gravürleriyle bezenmiş. Yani benzersiz bir eser.
Peki kendisini ‘‘Osmanlı İmparatorluğu'nun Meşalesi’’ olarak gören
d'Ohsson'un bu kitapla amacı neydi?
‘‘Osmanlı İmparatorluğu'nun Batı'ya açılmasını sağlamak, Avrupa'nın Doğu hakkındaki önyargılarını azaltmak.’’
Bir anlamda Avrupa ile yakınlaşmak.
Evet,
İgnatius Mouradgea d'Ohsson bunu istiyordu.
İki yüzyıllık hayal 2004'e kaldı.
Ara Güler'e Legion d'Honneur
Rivayetlerin
aksine fotoğrafçı
Ara Güler ‘‘huysuz’’ değildi.
Fransa'nın Ankara elçisi
Bernard Garcia, yakasına Legion d'Honneur ödülünü takarken pek uysaldı.
Madalyasıyla fotoğrafı çekilirken ise pek çekingen:
‘‘Şimdiye kadar hep ben başkasının resmini çektim, şimdi benimkisi çekiliyor. Nasıl poz vermem gerektiğini doğrusu bilemiyorum.’’
Huysuz diye adı çıkmış ama bana kalırsa
Ara Güler'in kendine has lafları daha fazla akılda kalacak şeyler.
Mesela bir röportajında AB'yı soran bir gazeteciye bakın ne demiş: ‘‘Şimdi AB filan daha yumuşak bir sömürü arıyorlar, nanay. Kim bilir onun altında ne dümen vardır. Biz zaten AB'ye girdiğimizde AB bitmiş olacak anladın mı? Biz başka bir birlik kursak onlar bize girse fena mı olur?’’