‘‘GENÇLERİMİZ insan haklarını bilmiyor’ dediğim yazıma genç okurlardan e-posta yağdı.
Hepsi büyüklerine karşı tepkili, kırgın.
İzninizle, Ankara Hukuk Fakültesi'nden yeni mezun genç bir okurumun mektubundan alıntılara yer vermek istiyorum bugün bu köşede:
‘‘Emekli başkomiser çocuğuyum. Dershaneye sadece birkaç aylık hızlandırılmış kurslara katılarak gidebildim. Bu üniversitenin bu fakültesini kazanmayı aklıma koymuştum. Sınavı ilk girişimde kazandım. Üniversitede hukuku ve insan haklarını tarihi gelişimleriyle birlikte en ince ayrıntısına kadar öğrendim. Bu konuda ve her konuda bir sürü kitap okudum (hálá da okumaktayım). Tüm maddi zorluklara rağmen, kültürel alanda kendimi geliştirebilmem için bir takım temel ihtiyaçlarımdan fedakarlık yaptım da ne oldu? Üstelik sadece ben değil, birçok arkadaşım da...
Ne oldu biliyor musunuz?
Gençler fikirlerini açıklamaya çalıştıkları zaman, savundukları fikirlere insan haklarına dayandığı, Atatürkçü olduğu halde siyasi kılıf geçirildi. hiçbir örgütün, siyasi partinin üyesi olmayan gençler bile yasadışı örgüt militanı muamelesi gördüler. Seslerini başbakana başka bir şekilde duyurabilme imkanı olmayan gençler polisler tarafından tuvalete kapatılıp ‘sicili düzeltilmiş' başbakanımız tarafından ‘sicilleri bozuk' damgası yediler. Üniversitesine sahip çıkan, üniversitelerin irtica yuvası haline gelmesini önlemek isteyen gençler çağdaş demokrasinin en normal hareketi olan normal eylemlerini yaparken başbakanlık korumalarının kötü muamelesine maruz kaldılar. Ya da kimimiz, benim gibi hem bu muamelelere maruz kalmamak, hem de geleceğini etkilememek için sessiz kalmayı, bildiğimizi kendimize saklamayı tercih ettik.
İnsan hakları, savunucularının gördüğü bu muamele yüzünden, siyasete ilgi duymayanlar öcü gibi gösterildi. Bilmemek bir bakıma onların yararına oluyor.
Çünkü ben, kendimi bu ülkenin yabancısı gibi hissediyorum. Bizim gibi gençlerin dilinden anlayan kimse yok. Sadece parasal açıdan söylemiyorum. Hepimiz geleceğimizden umutsuzuz. Kültür birikimimizi paylaşabiliceğimiz birbirimizden başka kimse yok. Gün geçtikçe kendimizi daha bir yalnız, daha bir kenara itilmiş, unutulmuş hissediyoruz.
Keşke bu ülkede dünyaya gelmemiş olsaydım. En azından çalışmalarımın karşılığında meslek hayatında çok başarılı olabilirdim. Ya da keşke devlet okulundan mezun olduktan sonra hukuk fakültesini kazanmak için çok çabalamak yerine, gidip bir mankenlik ajansına yazılsaydım. Keşke öğrenmeye bu kadar meraklı olmasaydım.
Bu kadar genç nüfusa sahip olup da gençlerini unutan bir toplumun bizden nasıl bir beklentisi olabilir ki?.’’
Genç okurumun mektubu böyle.
Yazımda ‘‘İnsan hakları konusunda kafasında net bir tablo olmayan, kimseye güvenmeyen gençlikle biz nereye gidiyoruz’’ diye sormuştum. Cevabını aldım.
Bilinçli ve duyarlı gençlerin ne kadar yalnız olduklarını siz de okudunuz böylelikle.
Bu yüzden diyorum ki, Arı Hareketi bünyesindeki, Toplumsal Katılım ve Gelişim Vakfı keşke gençlerden önce büyüklere yönelik projeler üzerinde çalışsaydı.
Celal Doğan'ın AKP'ye geçme ihtimali yükseldi
BAŞBAKANRecep Tayyip Erdoğan'ın Gaziantep gezisinden sonra, Belediye Başkanı Celal Doğan'ın siyasi geleceği konusunda kafalar karışmış.
İddialara bakılırsa gezisi boyunca, AKP'ye geçeceği söylenen Celal Doğan ile Recep Tayyip Erdoğan birbirlerine iltifatlar yağdırmış.
Başbakan Erdoğan, programında yer almadığı halde pazar günü Belediye Başkanı’nı özel olarak ziyaret etmiş.
Gaziantep'in önde gelen zenginlerinden Naci Topcuoğlu'nun Organize Sanayi Bölgesi'nde açacağı meslek yüksek okulunun temel atma töreninde yine Celal Doğan'ı yanına çağırmış. Kurdeleyi birlikte kesmişler.
Gaziantepli dostlarım ‘‘Tayyip Erdoğan'ın ziyaretinden önce AKP'ye geçeceğine yüzde 10 oranında ihtimal veriyorduk. Şimdi yüzde 50 diye düşünüyoruz’’ diye konuşuyor.
Tabii CelalDoğan'ın CHP'ye dönmesi de hálá gündemde.
Durumu büyük bir olasılıkla CHP'nın ağustos ayı sonlarında düzenleyeceği il kongresinden sonra netleşecek.
Bodrum'da bir ‘slow-food'cu
‘‘SLOW-FOOD’’ akımını duymuşsunuzdur.
Dünyada yaklaşık 50 ülkede, 70 bine yakın üyesi olan bu hareket, ‘‘fast-food’’a karşı geleneksel mutfağı destekleyenlerden oluşuyor.
Bir tanesine hafta sonunda Bodrum'da rastladım.
Francis Marciano, İtalyan asıllı bir Amerikalı.
Yaklaşık 30 yıldır Türkiye'yi tanıyor ve Motorola'dan emekli olduğundan beri Bodrum, Yalıkavak'ta oturuyor.
Marciano, Doluca şaraplarının genç patronu Sibel Kutman ile birlikte, ‘‘Slow-Food’’ hareketinin merkezi Torino'da Türk peynirlerini ve şaraplarını tanıtıyor. Marciano, şimdi Türkiye'nin köşede bucakta kalmış otlarının, peynirlerinin, ballarının envanterini çıkartmak peşinde.