Arkeolojiyle gönül bağıma rağmen bugüne kadar
"Dara"yı görmemiş olmam büyük bir kayıpmış.
Dara, Mardin’in yaklaşık 30 kilometre güneyinde bir antik şehir.
Hürriyet Cuma ilavesinin sanırım iki yıl önce yaptığı
"keşfedilmemiş en güzel antik şehirler" sayfasında ikinci sıraydı.
Zaten Mardin’deki
Erdoba Konakları’nın sahibi Hürriyet’in o sayfasını çerçeveletip duvara asmasaydı
Dara asla
düşmeyecekti aklıma.
Duvarda o sayfayı görür görmez Mardin’e birlikte geldiğimiz küçük grubu hareketlendirdim. Midyat’a gidecekken şoförümüz direksiyonu ters yöne çevirdi. Ve yaklaşık 45 dakika sonra
Dara’ya vardık. Önce yeni doğmuş kuzuların, koyunların önlerinde otladıkları sarımsı kocaman kayalar çıktı önümüze.
Kaya mezarlarını ve kilise olduğu söylenen bir yeri gezdik. Sonra köyün içine girdik.
Köyde görüp de resmen nefesimi kesen yere geçmeden önce
Dara’nın tarihini anlatayım dilerseniz.
"Mezopotamya’nın Efes"i
diye bilinen
Dara,
Doğu Roma ve
Bizans imparatorluklarının en önemli şehirlerinden biri. İpek Yolu’nun üzerinde. Mezopotamya’nın ilk barajına ve sulama kanallarına sahip olmuş.
Halen bu antik şehirde kazılarını sürdüren Profesör
Metin Ahunbay,
"Mardin, Taşın Belleği" kitabında Dara’nın Roma imparatoru
Anastasius tarafından kurulduğunu söylüyor.
Dara’nın bir diğer adı da
Anastasiopolis. Dara adı M.Ö 500’lü yıllarda buralardan geçen Pers Kralı
Darius’tan miras
. Dara antik harabeler üzerine kurulmuş sevimli ve hüzünlü bir köy.
Evlerinin her birinde yüzyıllara meydan okuyan antik taşlar kullanılmış. Dahası var.
O NEFES KESEN ŞEY
Evler antik kalıntıların üzerine konmuş. Köye girer girmez karşınıza çıkan ilk ev böyle. Yarısı aralarına pencereler yerleştirilmiş yüzyıllık taşlar, diğer yarısı beton. İşte bu evin mahzeninde o sözünü ettiğim nefes kesen şey karşıma çıktı.
Evin altında demir bir kapıdan geçtikten sonra, önce kıvrıla kıvrıla, sonra düz bir şekilde devam eden merdivenleri iniyorsunuz.
Karşınıza muhteşem bir yapı çıkıyor. Kimilerine göre bir zindan, kimilerine göre bir tapınak ya da sarnıç. Kemerli dev sütunlarıyla yapı, bugüne kadar dimdik ayakta.
Yerin altında böylesine bir şeyle karşılaşmak mucize gibi. Merdivenler ve mekan
Mardin Müzesi tarafından aydınlatılmış.
Herkes böylesine muhteşem bir eserle karşılaşmanın heyecanıyla nereye bakacağını şaşırmışken aniden elektrikler kesiliyor. Karanlıktayız.
Bu arada söylemeyi unuttum, kuzuların otladıkları o muhteşem kayalıklardan beri peşimizde bir çocuk ordusu var.
Dara’nın tarihçesini, neyin ne olduğunu birbirleriyle yarışır şekilde anlatıyorlar.
"Biz Dara’nın rehberleriyiz" diyorlar.
REHBERİM BEN
Bilirsiniz, Diyarbakır, Hasankeyf, Şanlıurfa’da böyle
"gönüllü rehberler" vardır.
Ama Dara’dakiler pek iddialı.
Işıklar gittikten sonra bizi yeryüzüne çıkarmak için seferber oluyorlar.
Karanlıkta onlardan birinin eline tutarak yukarıya doğru tırmanırken birden siyahlar giyinmiş genç bir kız dikiliyor karşıma.
"Kimsin" diye soruyorum.
"Rehberim ben..."Bir tane daha.
Yukarı çıktığımızda mesele anlaşılıyor. Gerçekten hepsi birer rehber.
Hem burada kazılarını sürdüren
Metin Ahunbay’dan öğrenmişler bir sürü şeyi, hem
Mardin Valiliği’nden rehberlik eğitimi almışlar.
Şapkası dahil tüm giysileri siyah olan genç rehberin adı
Pınar. İlkokul
ikinci sınıftan ayrıldığına inanmak zor. Konusuna öylesine hakim ki..
Pınar ve diğer küçük rehberler şimdi Mardin Valiliği’nden gelecek
"rehberlik sertifikalarını" bekliyor.
Eğer bir gün yolunuz Mardin’e düşerse, mutlaka ama mutlaka bu hüzünlü antik şehir
Dara’ya uğrayın.
Mutlaka bu küçük rehberler size eşlik etsin. Çünkü barajıyla, su bentleriyle, kilisesiyle, kaya mezarlarıyla, tiyatrosu, agorasıyla
Dara’yı onlardan daha iyi kimse bilemez.
Her biri
Dara’yla yoğrulmuş çünkü.