Paylaş
Amerika’da satılan en nadide ve ilginç şaraplarla uğraşan şirketimin yılbaşı partisinde açılacak şişelere ne kadar özen gösterdiğimi tahmin edin. Geçtiğimiz zor yılı geride bırakmak için Chave Hermitage Blanc ve Bryant Family Cabernet Sauvignon gibi magnum boy şişelerin yanısıra bizi 1982 Mouton gibi önemli bir klasik de bekliyordu. Yine tüm koleksiyoncuların peşinde olduğu az bulunur magnum boyda tabii. Üstelik mükemmel koşullarda saklanmış bu şişe dışarıdan bakıldığında adeta yeni gibiydi.
Bu heyecan mantarı çekene kadar sürdü. Lanet mantar problemi binlerce dolarlık bu hazineyi çoktan talan etmişti. Bu katliamla yedeğini açma lüksüne sahip olmadığımız magnuma kısa ama anlamlı bir defin töreniyle veda ettik. Böyle bir efsaneyle yakın zamanda yeniden karşılaşma ihtimali binde bir. Geçtiğimiz hafta çok sevdiğim şarap aşığı iki dostumla sakin bir İstanbul gecesinde buluşmamızı iple çekiyordum. Birlikte son görüştüğümüzde French Laundry’de nefis bir 1985 Napa Cabernet’si içmiştik.
Unutulmuş klasiklerden Long Vineyards’ın şarapları kibarca eskiyebilen, dengeli ve derin bir ekolden. Bir mahzenden bulduğum diğer bir şişeyi bu dostlarımla paylaşmak için yanımda getirdim. Mekan klasikleşmiş et lokantamız Boğaziçi Borsa. İstanbul ihtişamlı gece ışıklarıyla manzaramızda uzayıp gidiyor. Koleksiyon konusunda eline su dökülemez dostum “ben de bunu getirdim” diyerek torbasından bir 1982 Mouton çekip çıkarmaz mı! Nice rekolteler ve şatolar olabilirdi ama tesadüfun böylesi bambaşka.
Şarap bulunmaz bir ipek, koku ve doku şarabı. Mükemmeliyeti ifade eden yüz Parker puanı bile otuzuna merdiven dayamış bu gencecik iksiri anlatmaya yeterli değil. Burun binbir baharat, çiçek, toprak ve vahşi doğanın, antika dükkanlarının, metropol sokaklarının aroma ve bukesini taşıyor. Yüzlerce yıllık Bordeaux geçmişinin en özel şişelerinden biriyle Türk mutfağının klasik lezzetleri müthiş bir ahenkle buluşuyor. İçli köfte ile 1982 Mouton adeta Şark Expresi’ne binip balayına çıktılar o gece.
MOUTON VE KUZU BULUŞMASI
Mouton koyunun Fransızcası. Bizim kuzular da dünyanın hiçbir yerinde yok. İçli köftenin içinde bir miktar kuzu olmalı ki dananın yağsız etliliğine baharatı ve ceviziyle hoş bir rayiha katsın. Bu eşsiz lezzeti kendimi neden şaraba adadığımı hatırlatan bir şişeyle doğup büyüdüğüm İstanbul’a karşı kavuşturmak tarifi zor bir doyum noktası olarak iz bıraktı hayatımda. İki büyük kültür ve tarihin bambaşka moutonları o gece, döner, pirzola, köfte, beğendi, domatesli pilav aleminde öyle mutluydular ki.
Tarabya’da Riserva’dayım, şarabı müzik ve yemekle buluşturan bu mekanın sahibi Aydın Yazıcı ayakları yere basan, kıvrak zekası ve ince zevkiyle de dünyayı dolaşan bir şahsiyet. Şaraptan aldığı haz biriktirdiği boş şişelerden belli. İtalya’nın en önemli ve şahsına münhasır şaraplarından Amarone ile Valpolicella’nın tarışmasız kralı Romano Dal Forno’dan bırakın oncasını içmeyi, boşlarını dahi bir arada bulmak bir hayli güç. Dal Forno’dan bahsederken; “onu da misafi edeceğim bir gün” diyor Yazıcı, inanıyorum eder.
Ortaköy’e geçelim. Feriye’de şaraplarımızı dünyaya tanıtmak amacıyla kurulan Wines of Turkey platformu ünlü İngiliz yazar ve eleştirmenleri ağırlıyor. Gala gecesine onur veren ekselansları Konsolos Jessica Hand gelmiş geçmiş en ünlü ve aynı zamanda en mütevazı şarap yazarlarından üstat Oz Clarke’ı takiben sımsıcak bir konuşma yapıyor. Seneler önce dışişlerine atılmadan bir şarap kariyeri edinmeyi denemiş ama sanırım biz şarapçıları hoş tutmak için saygın mesleğini seçerek bir hata yaptığını söylüyor.
Bu nükteli itirafa empati duydum. Vaktiyle uluslararası ilişkilerden mezun olup hariciye yerine yeme-içme okumaya gidiyorum dediğimde hocalarımı az kızdırmamıştım. Halbuki derinlerden gelen, önüne geçilemez bir dürtüyü takip ettiğim, tutku duyduğum bir konuyu meslek edindiğim için kendimi şanslı hissediyorum.
Haftaya İstanbul izlenimlerine Tepebaşı’ndan devam ediyoruz...
Paylaş