Petrus Merlot üzümünün hiç tartışmasız en iyi yorumlarından. Öyle yüceltilmiş bir Merlot ki Sideways filminin baş kahramanı Miles bu üzümü yersizce lanetlese de satışları bana mısın demeyen yegane örnek belki de.
Bu isim şarap gündemimizi sürekli meşgul ediyor. Çünkü Petrus tüm şaraplar içinde en meşhurlardan, hatta kimine göre en meşhuru. Şarabı bilen, benimseyen ve saygı gösterenlerin Petrus adını bilmemesi mümkün değil. Çoğunluk Titanik’i sadece batan bir gemi olarak bilirken, popüler kültür sayesinde aynı adlı film geçtiğimiz yüzyılın bu karanlıklara gömülü efsanesine ışık getirdi. Batık gemi biraz daha ulaşılır oldu, hatta senaryoya iliştirilen tipik bir Hollywood imalatı aşk hikayesiyle bu büyük trajedi empati kazandı. Petrus’un da Titanik misali biraz daha ulaşılabilir kılınmasında, gün ışığına çıkartılmasında fayda var. Arnaud Ailesi 18. Yüzyıl’ın ortalarına kadar bu pek kimsenin dikkatini çekmeyen bağın sahibiymiş. Halen dipdiri olan 1921 ve 1929 efsane Petrus rekoltelerinin tam ortasında, eski Bordeaux tüccarlarından Loubat Ailesi bu henüz keşfedilmemiş teruarı parsel parsel satın almaya başlamış. Diğer bir unutulmaz rekolte olan 1945’e kadar dul Madam Edmond Loubat altın yumurtlayacak bu bağın tamamını ele geçirmiş. Aynı yıl Petrus’un potansiyelini erkenden sezen sağduyulu tacir Jean-Pierre Moueix de halen elinde bulundurduğu dağıtım tekelini sahiplenmiş. Petrus’un hızlı yükselişinde Moueix o denli yadsınamaz bir rol oynamış ki Loubat Ailesi mülkiyetini peyderpey ona teslim etmiş.
50 KÜSUR YAŞINDA ASMALAR
Görkemli bir Bordeaux şarap imparatorluğunu yoktan yaratan, altı yıl önce vefat eden Jean-Pierre Moueix gibi oğlu Christian da çok yetenekli bir işadamı. Bugün Moueix çatısı altında bir düzine kadar Pomerol ve St.-Emilion ile Napa Vadisi’ndeki Dominus bulunuyor. Ayrıca Moueix bölgenin en büyük distribütörü ve ithalatçısı. Bunlarla da yetinmeyip, milyonlarca kasa seri imalat şarap bile üretiyor. Senelik üçbin kasayla sınırlı üretimiyle Petrus aysbergin görünen ucu gibi kalsa da, aynı zamanda Mouiex hükümdarlığın en nadide hazinesi çünkü aileyi bu günlere taşıyan Merlot üzümünün hiç tartışmasız en iyi yorumlarından. Petrus öyle yüceltimiş bir Merlot ki Sideways filminin baş kahramanı Miles bu üzümü yersizce lanetlese de satışları bana mısın demeyen yegane örnek belki de. Filmin yapımcılarının Miles’in en değer verdiği şarabı seçerken Petrus’a götürdükleri teklifin reddedilmesi az bilinen ilginç bir hikaye. Ortada kalan bu role iki hafta önceki şampanya yazımdan anımsayacağınız lüks tüketim malları devi LVMH’in sahip olduğu, Petrus’un ezeli rakiplerinden Cheval Blanc olumlu bakıyor. Sıradan bir hamburgercide 1961 Cheval Blanc sefil bir köpük bardaktan yudumlanıyor. Halbuki onun da neredeyse yarısı “lanet” Merlot! Petrus’un 50 küsur yaşında asmalarla kaplı bağları Cabernet Sauvignon’un kızkardeşi Merlot için ideal bir teruar.
AMAN TANRIM PETRUS BU!
Kil bakımından az rastlanır oranda zengin üst toprak ayrıca bolca demir içeriyor ve şaraba yumuşaklıkla gücün istisnai birlikteliğini getiriyor. Asmanın en iyi dostlarından mükemmel doğal drenajı da derin alt toprak sağlıyor. Bu kombinasyon bırakın Pomerol kasabası bağlarını, Bordeaux’da, hatta dünyada eşi zor rastlanır bir fenomen. Petrus’un özgün lezzeti teruarın insanoğlu yardımıyla yetiştirdiği kusursuz üzümden geliyor. Benzer mükemmellikte Merlot teruarına Toskana’da ve Napa Vadisi’nde de rastlamak mümkün. Çoğu rekoltede Petrus’a yaklaşan, hatta geçebilen Merlot’lardan Tenuta dell’Ornellaia Masseto, Tua Rita Redigaffi ve Le Macchiole Messorio ile Pahlmeyer, Pride ve Paloma Atlantığın iki yakasından üçlemeler. Yıllar önce bir kör tadımda üç soruda tamamiyle tahmin ettiğim o şarabı asla unutamam. Daha önce hiç rastlamadığım kadar çekici, zarif ve baştan çıkarıcı kokulu, damakta da kadife eldiven giymiş demir bir yumruk gücündeydi. Odadaki tüm burunlar kadehlerinin içinde kaybolmuşken sessizliği ilk sorumla bozdum; “Eski Dünya’dan mı?”... “Evet!” dedi şişenin sahibi, gözlerimiz kenetlendi ve devam ettik; “70’li yıllardan mı?”... Şeytanca bir tebessümle yine “evet!” demez mi sesini daha da yükselterek. Son soru tamamen içgüdüseldi; “Sınıflandırılmış bir Bordeaux’mu?”... “Hayır!”... “Aman Tanrım!” diye haykırdım; “1975 Petrus bu!”