İSTANBUL-Ankara arası mekik dokumaya devam ederken, iş güç koşturmasının yanı sıra, çok anlamlı bir etkinliğe katılmak üzere İstanbul’daydım. Hem işlere kısa da olsa biraz ara verdim hem de keyifli bir organizasyonda bulundum.
Bundan tam 25 yıl önce Vehbi Koç tarafından kurulan ve anne-çocuk sağlığını geliştirmeyi hedefleyen Türkiye Aile Planlaması Vakfı (TAP) şu anda son derece zarif ve mütevazı bir kadın tarafından yönetiliyor: Caroline Koç. Sevgili Caroline, geçen cuma çok anlamlı bir davete ev sahipliği yaptı. İstanbul Four Seasons Otel’de tam 400 duyarlı kadının biraraya geldiği bir çay daveti düzenledi. Biz de Ankara’dan bir grup olarak davette yerimizi aldık. Organizasyonda Sibel Can, Erol Evgin, Ziynet Sali gönüllü elçiler olarak davetlilere keyifli bir müzik ziyafeti sundu. Bir öğleden sonra Sibel Can’ın şarkılarına eşlik eden İstanbullu elitleri görünce böyle eğlencelerin çok özlendiğini düşündüm. Aklıma eski kadın matineleri geldi. Demek ki tekrar kadınlar matinesi yapılsa bu iş tutabilir. Sunucu Demet Akbağ, ince zekası ve esprileri ile hepimizi kırdı geçirdi. Bu anlamlı organizasyonda Alev Taşkent Belgin’in gelirini vakıf yararına bıraktığı “Annem Derdi ki” isimli kitabının hem tanıtımı hem de satışı gerçekleştirildi. Konuklara mikrofon uzatılarak “Sizin anneniz ne derdi?” sorusu yöneltildi. Hem anlamlı hem de haliyle komik cevaplar geldi herkesten. Benim annemin meşhur lafları vardır. “Oğlum akıllıdır neylesin malı, delidir neylesin malı” ya da “Baş nereye giderse ayak da oraya gider.” Annemin bu sözlerinin anlamlarını düşününce “Ne kadar da doğru” dedim içimden. Davetlilerin hemen hepsi çıkışta kitaptan ikişer üçer satın aldı. Sizlerin de bu kitabı almanızı tavsiye ediyorum. Hem okurken keyif almak, hem de TAP Vakfı’na destek olmak için bir fırsat.
Livaneli’den Serenad
Daha bitirmedim ama elimden düşüremiyorum Serenad’ı. Zülfü Livaneli’nin son kitabı çok sürükleyici! 60 yıl süren bir aşk, Yahudi Soykırımı ve aslında ne yaşanırsa yaşansın tarihi süreçte yara alanın hep “insan” olduğunu anlatan tipik bir Zülfü Livaneli romanı. Kitabı okurken, iç içe geçmiş kurgular, kişisel hesaplaşmalar, ilişkiler ve toplumsal gerçeklerle karşı karşıya kalıyorsunuz. Livaneli sesi gibi yine kalemini konuşturmuş. Ve kısa bir süre sonra da kitap senaryolaşarak film olacakmış. En son, yine romandan uyarlanan Mutluluk filmi seyreden herkesin hafızasında. Hiç şüphesiz Serenad da akıllara yer edecek bir eser olarak beyaz perdedeki yerini alacak.
Gişe kaygısı gütmeyen gözyaşları
YANİ illa ki böyle filmler mi olmalı biraz kendimizi sorgulamak, içsel yolculuğa çıkmak için? Nejat İşler’in Etiler BigChefs’te çekilen sahnesi sebebiyle, aylar öncesinden beklemeye başladım filmi. Ha bugün ha yarın derken nihayet vizyona girdi ve ben ertesi gün sinemada aldım soluğu. Öncelikle, bütün oyunculara bayıldım. Dünyalar tontonu Adviye Hanım, çocukları ve en küçük torunu Barış arasında geçen çok gerçek, çok yalın bu hayat hikayesi beni benden aldı. Kendisine sahip çıkmayan çocuklarına belli etmeden arka çıkan büyükanneyi seyrederken çok ağladım, hem de çok. Filmde, tanıdığım herkesin, çevremdeki pek çok hayatın birer özeti de vardı. Anneannemi, babaannemi, çocukluğumu ne kadar da çok özlediğimi fark ettim. Gitmek, görmek ve ‘aile’ kavramını yeniden düşünmek için kaçırmamalı Çınar Ağacı’nı. Bu arada BKM’ye de kocaman bir bravo. Son dönemde gişe kaygısı gütmeyen, gerçek bir filmi hayata geçirdikleri için emeği geçen herkesin eline sağlık!