Paylaş
KURTARILMAYA DEĞİL DAYANIŞMAYA İHTİYAÇ VAR
Taliban’ın kadın haklarına saygılı olacağı açıklaması, geçmiş düşünüldüğünde ne kadar gerçekçi?
Net bir şey söylemek mümkün değil. Sorunun cevabını zaman gösterecek. Söz değil eylem önemli ancak şu an yapılan basın açıklamaları ile Taliban daha çok kendi tanıtımını hatta pazarlamasını yapıyor gibi geliyor. Geçen zamanda, kadın hakları hakkında ne öğrendi bilmiyorum ama uluslararası toplum ile nasıl konuşulacağını, sorulara nasıl muallak cevap vereceklerini daha iyi öğrenmişler. Ancak unutulmamalı ki Afganistan zaten bir İslam devletiydi. Taliban ise bunun yetersiz olduğunu, şeriat kanunları çerçevesinde yönetilmesi gerektiğini düşünüyordu. Hala da bunu ifade ediyor. Bir yandan da ‘Kadın haklarına saygılı olacağız’ diyorlar. Kadını ve haklar kavramını uluslararası normlar çerçevesinde mi yoksa ataerkil, İslami bakış (hangisi ve de) açısıyla mı tanımlayacaklar? Burada kadını ve hakları nasıl tanımladığına bakmalıyız. ‘Kadınlar toplumumuz için önemli’ diyorlar ama bu önemin tanımı ne? Taliban kadınların toplum için önemini sadece anne ve kız kardeş olmaları üzerinden mi belirliyor, yoksa doktor, hâkim, gazeteci yani çalışan özgür bireyler olarak mı belirleyecek? Bu soruların cevabı yok. Geçmişte yaşananlar ise ortada. Bazı medya kuruluşlarında kadınların görevden alındığına dair haberleri gördük bile. O nedenle sözleri bir güvence değil. Ayrıca meseleye sadece Kabil üzerinden bakmamalıyız. Haklara erişimlerinin zaten kısıtlı olduğu uzak kırsalda yaşayan kadınlar ne olacak? O da muamma.
ULUSLARARASI TOPLUMUN ‘BEKLE- GÖR’ POLİTİKASI
Uluslararası toplum özellikle de kadınlar özelinde, halen neden bir aksiyon almadı öyleyse?
Uluslararası toplum ‘bekle- gör’ politikası uyguluyor ve bu işine de geliyor. Şu an yaşanılan sorunların bir kaynağı da uluslararası toplumun 40 yılı aşkın süredir devam eden müdahaleleri değil mi aslında? ‘Kadın ve çocuklar öncelikli olmalı’ diyoruz ama bunu batının doğuya baktığı dilden yapmamak lazım. Antropolog Lila- Abu Lighod, ABD’nin Afganistan’ı işgal ettiği ilk yıllarda, ‘Müslüman kadınların gerçekten kurtarılmaya ihtiyacı var mı?’ başlıklı bir yazı yazmıştı. Batı, ABD işgalini meşrulaştırmayı Müslüman kadınların bedenleri üzerinden kurgulayarak onların “kurtarılması” gerektiği fikrini savunarak yaptı. Ve bu da belli bir amaç için, askeri müdahale dahil, her şeyi mubah gören zihniyet için yeterli oldu. Bu kolonyal bakış açısından uzak; gerçek bir durum tespiti ile risk altında olan herkesin eşit haklar çerçevesinde ve adil bir sığınma süreçleri üzerinden korunması gerekiyor. Bush’un ilk işgal döneminde ‘Kadın haklarını koruyacağız’ söylemlerini hatırlayın. 20 yıl içinde birçok kazanım olmasına rağmen tam da bu bakış açısı yüzünden bugüne geldiğimizi unutmamak gerek. O nedenle dilimizi doğru yerden kurmanın öncelikli olduğuna inanıyorum. Taliban, eğer sadece Afganistan ile sınırlı bir yapıya dönüşürse ve uluslararası bir güvenlik tehdidi olarak görülmez ise, uluslararası toplum ve batı liderleri Afganistan’ı tamamen unutacak. Gazeteci ve insan hakları savunucusu birkaç kadın ülkeden çıkarıldıktan sonra, “görevimizi yaptık” yanılsaması içinde ‘o ülkenin kendi iş içleri’ denilip, durumdan sıyrılacaklar. İş oraya varmadan, bir tavır almamız gerekiyor. Buna yönelik de en başta zaten Avrupa’da olan Afganların sığınma başvuruları etkin şekilde değerlendirilip, sığınma hakkına erişimleri güvence altına alınıp, zorla geri göndermeler hemen süresiz durmalı. Bütüncül bir çözüm getirmek için hem Afganistan’daki hem de çıkabilmiş kadınların -ve herkesin- haklarını korumak için mücadele etmeliyiz.
ÖLÜMCÜL BİR YOLCULUK
Gelelim, çok tartışılan konuya; ‘Mülteciler arasında neden kadınlar yok?’ Gerçekten yoklar mı? Ve neden?
‘Erkekler, kadınları Taliban’a bıraktı kaçtı’ gibi yorumlar yapılıyor. Bu yaklaşım doğru değil. Bunu söyleyenler ekonomik ve sosyolojik koşulları bilmiyor ya da anlamak istemiyor. Öncelikle hem Türkiye’ye hem de AB’ye gelen Afganlar arasında aileler ve kadınlar var. Sayıları erkekler kadar fazla değil ama varlar. Burada bu soruyu neden sorduğumuza da bakmalıyız. Bu genellemeci ve ayrımcı bir yaklaşımla göç eden erkeklerin hepsini suçlulaştıran bu soru. Toplumun kaygılarını doğru ve etkili bir sığınma başvuru süreci ile aşmak mümkünken, binlerce insanı “tehdit” gibi göstermek kabul edilemez. Kadınların sayısı neden fazla değil? Birincisi, Afganistan’dan Türkiye’ye çok zorlu ve şiddet dolu bir yolculuk var. Büyük bir kısmı yürünerek ya da ağır koşullardaki araçlarla aşılması gereken ölümcül bir yol. İran-Türkiye sınırı engebeli, dağlık. Kapkaç, tecavüz, gasp, alıkonma gibi şiddetin yanı sıra coğrafya çok sert. Buna kaçakçıların ve yolda diğer karşılaştıkları kişilerin tehditlerini de ekleyin. Bu tek başına kadınların ve kız çocuklarının kolayca yapabileceği bir şey değil. Bunları söylediğimde “Kadınları evde Taliban’a bırakmak tabi daha mantıklı” diye eleştirenler oluyor. İçtenlikle dilerim ki, şu dünyada hiç kimse “evde kalarak mı yoksa kaçarken yollarda mı ölürüm” ikileminde kalmasın.
PAHALI BİR KAÇIŞ
İkincisi, kaçış çok pahalı. Çok büyük paralar ile ifade ediliyor. Bu konuda sahada çalışan meslektaşlarımın da açıkladığı gibi aileden sadece bir kişi, ki bu genelde tek başına erkekler oluyor, önden geliyorlar. Bu, genellikle aile kararı oluyor. Aralarından bu zorluğa dayanabilecek ve ulaştıkları yerlerde çalışabilecek ya da korumaya erişebilecek, genelde genç erkekler hatta bazen oğlan çocukları yola çıkıyor. Gelenler bir şekilde hayat kurup, para kazanıp ailelerini daha güvenli bir yoldan yanlarına aldırmak istiyorlar.
KADIN OLMAK ZOR
Afganistan’da son zamanda bile kadınların tek başına hareket etmeleri ve bu yolculuk için gerekli olan bağlantılara ulaşmaları o kadar kolay değil. Saydığımız diğer nedenlerin yanı sıra ‘Çantamı aldım, gidiyorum’ özgürlüğünü varsaymak ve neden yola çıkmıyorlar diye sorgulamak bile bizim ne kadar “batıdan” baktığımızı gösteriyor. Kadın olarak ülkeyi, hele de tek başına terk etmek, başlı başına bir mesele.
Paylaş