Paylaş
Parlamenter sistem denilip uygulamaya konulan yönetim şekli halkın belirlediği, halk için bir model olmayıp halka rağmen iş gördürülen bir sistemdi.
Bizde uygulattıkları parlamenter sistemde halk usulen sandığa gidiyor, lakin halkın seçtikleri şeklen iktidar olabiliyordu ve asla muktedir olmuyorlardı. Zira davul bu sistemde seçilmişlerin boynunda, lakin tokmak başkalarının (vesayet odaklarının) elindeydi.
Zavallı iktidarlar seçildik zannedip hükümetçilik oynamaya kalkışıyorlardı. Kör ebe yapıldıklarının farkında bile değillerdi; her an ‘kırmızı çizgi’ye basmaları mukadderdi, her bastıklarında da yanıyorlardı.
Belirlenen ve üzerine basılınca oyundan atılan oyuncuların (siyasetçiler) korkulu rüyası laiklikti. Laikliğin belirli bir tanımlanması yoktu; önüne gelen işine geldiği gibi laikliğe mana veriyor ve muhataplarını da bu şekildeki bir laikliğe karşı gelmelerinden dolayı suçluyordu.
N. Erbakan’ın kurduğu bütün partiler (Milli Nizam, Milli Selamet, Refah, Fazilet) laikliği ihlal ettikleri gerekçe gösterilerek kapatılmıştır.
Erdoğan’ın AK Partisi bile tek başına iktidarda iken aynı mahfiller tarafından (Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı) temelli kapatılmak ve o günün Cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül dahil Başbakan Erdoğan ve 71 kişinin 5 yıl süreyle siyasetten uzaklaştırılması istemiyle dava açılmış ve Anayasa Mahkemesi de bu davayı kabul etmiştir.
İddia hep aynı; laikliği ihlal (laikliğe aykırı fiillerin odağı haline gelmek)... İleri sürülen deliller ise somut en ufak bir delil gösterilmezken, yalnızca bir kısım gazete kupürleri delil addedilip dosyaya konuldu.
İktidardaki parti kapatılmaktan ve Cumhurbaşkanı ve Başbakan dahil bunca siyasi zevat, siyaset yasaklığından yalnızca bir oyla kurtuldu; iyi mi? Şayet o bir oy da aleyhte verilseydi siyasi yasak getirilmiş olacak ve Türkiye tek kelime ile yeniden kaosa sürüklenecekti.
Sadece Hazine yardımı kesilmesi cezasına çarptırılan parti, böylece yoluna devam edebildi.
80 darbesinde ise Cumhuriyet’le yaşıt CHP dahil tüm siyasi partiler kapatıldı ve parti gözetilmeksizin ileri gelen tüm siyaset insanları siyasetten menedildi.
Milletin peşinden gittiği Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan ve Alpaslan Türkeş’e siyasi yasak getirildi.
Askerler, siyasilerin makamlarına (yönetim kadroları) silah zoruyla oturdular ve adına demokrasi dediler.
Tüm bu zilletlerden bizi, Başkanlık sistemine geçmemiz kurtardı. Artık herkes asli işini biliyor ve yerine getirmeye çalışıyor.
Tüm demokratik ülkelerde genelkurmay başkanlığı, savunma bakanlıklarına bağlı iken, bizim (!) demokrasimizde sözde başbakanlığa bağlıydı.
‘Sözde değil, özde’ diyerek hükümete e-muhtıra veren genelkurmay başkanlarının kendileri hiçbir zaman ‘özde’ anayasaya bağlı kalmadı ve sorumlu oldukları başbakanların emrine girmedi.
Bu cümleden olarak; Orgeneral Torumtay, Özal’ın emrini yerine getirmemek için Genelkurmay Başkanlığı görevinden istifa etti.
Aynı şekilde Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner ve diğer kuvvet komutanları, Başbakan Erdoğan’la birlikte çalışmayıp hep birlikte istifa ettiler.
Dertleri neydi?
Demokrasi değildi herhalde?
Özal’a ve Erdoğan’a tahammül etmemelerinin yegâne sebebi her ikisinin de halkın verdiği oya (emanete) sahip çıkmaları ve halkın üzerinde bir güç tanımamış olmalarıdır.
Paylaş