Paylaş
Halkın seçtiği sivil otoriteye itaatsizlik; gelip geçen tüm başbakanlara (Menderes, Demirel, Özal...) yapıldı, N. Erbakan’ın başbakanlığı döneminde ise bu durum zirve yaptı. Asker, Milli Güvenlik Kurulu toplantılarında, Başbakan Erbakan’ı kendilerine karşı olan birisi gibi görüp terlettiler. Bir tuğgeneral bozuntusu daha da ileri giderek, televizyon ekranlarından bu ülkenin başbakanına küfretti, hakaretler yağdırdı.
Normal bir demokraside bu aşağılık eylem ve söylemleri düşünmek bile imkânsızdı.
O insan müsveddesi, başbakanın şahsında onu seçen millete sövüyor, millete hakaretler yağdırıyor, lakin ne Erbakan’dan ne de başka herhangi bir siyasi kişiden hiç kimseden ses çıkmıyordu.
Bu kaotik sistemin adı sözde parlamenter demokratik sistemdi. Gerçekte ise sistemin adı vesayet sistemiydi ve seçilmişlerin ülkeyi idarede yalnızca yüzde 20’lik bir payları vardı; o da devletin asıl konularında değil bayındırlık gibi tali işlerdeydi.
ABD başkanı bile 2003 yılındaki Irak Tezkere’si Meclis’ten geçmeyince; ‘Asker liderlik rolünü yerine getirmedi!’ diyerek serzenişte bulundu. Bu bir tek cümle bile demokrasimizin nasıl temelsiz ve tutarsız olduğunu göstermeye kafidir. Muhatap olarak, devletin başı olan Cumhurbaşkanını veya hükümetin başı olan Başbakanı almıyor, onların üstünde bir mevkide telakki ettiği askeri muhatap alıyor!
Onlara göre, demek ki henüz Yeniçeri Ocağı lağvedilmemiş; her an o meşum kazan devrilebilir! Nitekim her on yılda bir yaptığı darbelerle bu durumu apaçık ortaya koydu.
Ülkenin kurucu iradesi (M. Kemal Paşa) siyaset yapmak isteyen askerlerin üniformalarını çıkarmaları gerektiğini, askerlikte kalacakların da siyasete karışmamalarını istemişti.
Düzen o şekilde sağlanabilirdi. Nitekim Osmanlı’da asker siyasete karıştı; bu durum bir imparatorluğun sonunu getirdi.
Paradoksa bakın ki Kemalist olduklarını iddia eden askeri zevat, siyasetin göbeğinde olup hükümet indirip bindirmekle meşguldü! Gerekli gördüğünde siyasete müdahaleyi ve hatta ülke yönetimine el koymayı kendine vazife edinmişti.
Uzağa gitmeye gerek yok; sadece Erdoğan’a ve onun başında bulunduğu AK Parti iktidarlarına yaptıklarına bakın yeter!
Ne e-muhtırası kaldı, ne yargı darbeleri kaldı, ne iktidardaki partilerini kapatmak istemeleri kaldı ve ne de 15 Temmuz 2016’daki aşağılık darbe girişimleri kaldı.
Süleyman Demirel bu darbelere muhatap olunca şapkasını alıp gitmekle ünlenmişti. Neden bırakıp gittiği sorulduğunda ise şu manidar cevabı vermişti: “Ne yapmalıydım? Orduya karşı koyacak başka bir ordum mu var? Darbe de yapsa, ordu bizim ordumuz!”
Ortadoğu ya da Afrika’da demokrasi bulunmayan ülkelerde, sabah erken kalkan generaller darbe yapıp mevcut iktidarları al aşağı edip, yönetime el koyuyorlar.
Sözde bizde demokrasi var, lakin bizde de aynı şey oluyor; halkın seçtiği iktidarlar, asker tarafından görevden uzaklaştırılıyor ve yönetime el konuluyor.
Bu kepazelik, üstelik demokrasiyi rayına oturtacak eylem olarak sunuluyor.
Paylaş