Paylaş
Türkiye’mizin kaotik ortamdan bir türlü kurtulamadığından dem vuruyor ve yakınıyorduk.
Meslek büyüğümün söyledikleri hâlâ kulaklarımda: ‘Bak Fuat Bey kardeşim! Bu memlekette rejim, henüz rüştünü ispat edemediği için bu çalkantılar olur. Malum bu sistem devrimle geldi, yani eskiyi yıkarak yenisi kuruldu. Kurucu kadrolar CHP’liydi ve o zihniyet uzun süre tek başına iktidarda kaldı.
1950’den sonra ise sözde demokrasiye geçildi, sözde diyorum zira mahut demokrasi vesayetle illetliydi. Demokrasi döneminde iktidar olanlar da CHP’nin içinden çıkmış lakin CHP’ye rakip olarak kazanmışlardı (DP).
CHP, iktidarları döneminde bu ülkede Allah korkusunu, DP de kendi iktidarları döneminde bu ülkede devlet korkusunu ortadan kaldırdılar!’
Dostumun söyledikleri ilginçti lakin düşününce, kitabın ortasından söylemiş olduğunu anladım.
DP’yi takip eden sağ iktidarlar boyunca (AP, ANAP, DYP-REFAH ve hatta AK Parti) da devlet korkusu (otoritesi) tesis edilemedi.
Bugün bile piyasalardaki bu başıboşluğu, denetimsizliği yaşıyorsak, merkez sağ iktidarların devlet bünyesinde meydana getirdikleri otoritesizlik yüzündendir.
CHP’nin, bir diğer çok önemli özelliği de devlette (bürokrasi) kurumsallaşmış olmasıdır. Nitekim CHP’den sonra iktidara gelen siyasi partiler, mahut CHP’li bürokratlar yüzünden hiçbir zaman muktedir olamamışlardır.
Düşünün; yüzde 52 ile tek başına iktidara gelen ve Başbakan olan Süleyman Demirel’in TRT Genel Müdürünü atayabilme yetkisi yoktu, Toprak Mahsulleri Ofisi Genel Müdürünü bile üçlü kararname ile atayabiliyordu; Cumhurbaşkanı imzalamasa atama yapılamıyordu.
Bu denli bürokratik oligarşi yüzünden, davul sağ iktidarlarından boynunda lakin tokmak her daim vesayet odaklarının ve bürokrasinin elinde olmuştur.
Yine Süleyman Demirel’in çok yerinde tespitiyle; merkez sağ iktidarların ülkeyi yönetimi ‘selden kütük kapmak’ ya da ‘yangından mal kurtarmak’ şeklinde cereyan etmiştir.
Vesayet ve onun paralelindeki oligarşik bürokrasi, seçilmiş iktidarların tepesinde Demokles’in kılıcı gibi duruyordu. Demokles’in kılıcını elinde tutan ise, ABD’den başkası değildi.
İktidarlar, Türkiye’nin yüksek menfaatlerinin (petrol bulmak veya nükleer santral kurmak gibi) lehinde veya ABD’nin menfaatlerinin aleyhinde her hangi bir icraata yeltendiklerinde, ABD’nin telkiniyle içerideki vesayet odakları harekete geçip darbe yapar ve mevcut iktidarı alaşağı ederlerdi.
Düşünün; bu memlekette, seçilmiş iktidar, askeri müdahale ile görevden uzaklaştırılıp cezalandırılıyor ve bunun adına ‘Demokrasi ve Hürriyet Bayramı’ deniyor. Diğer bir ifade ile demokrasinin katli, bu milletin evlatlarına milli bayram olarak sunuluyor (27 Mayıs). 1961-1982 arasında bu meşum gün bayram olarak kutlandı.
Durduk yerde başkanlık sistemine geçmedik. Zira önceki sözde parlamenter sistemde iktidarlar asla muktedir kılınmıyordu ve üstünü üstlük her an darbelere açıktı. Sözde demokrasi tarihimizde neredeyse her on yılda bir darbe başka ne ile izah edilebilirdi?
Vesayet sisteminin en büyük zararı, milli savunmamız için gerekli silah ve mühimmatı üretememiş olmamızdır. Milli savunmada kendine yeterli olmayan bir ülke hangi bağımsızlıktan bahsedebilir?
Başkanlık sistemi ile birlikte milli savunma alanındaki hamlelerimiz her şeyi anlatıyor ama anlayana!..
Paylaş