Paylaş
Yani, barut yoksa, savaş zaten baştan kaybedilmiş demektir.
Beşerî münasebetlerde de bir kişide yalan ve hatta iftira atmak varsa, o kişinin başka özelliklerini araştırmaya gerek yoktur. Zira yalan ve iftiranın olduğu yerde, iyilik, güzellik ve hayır adına hiçbir şeyden bahsetmenin imkân ve ihtimali yoktur.
Yalan varsa, çekiver kuyruğunu gitsin!
Bu hasletin (özellik) en çirkininin sergilendiği yer ise, herkesin zannettiği gibi, şahsi menfaatlerin söz konusu olduğu ticarette (alış-veriş) değil, baş olma (ego) sevdasının daniskasının yaşandığı ve on parmakta on karayla birbirlerinin karalandığı, bin bir entrikanın döndüğü siyaset arenasıdır. (Elbette ki vatanı ve milleti için siyaset yapanları tenzih ederek, bu yazılanların dışında tutuyoruz.)
Siyaset bezirganı, ‘yalandan kim ölmüş ki’ ve ‘çamur at, tutmazsa da izi kalır’ deyişlerini ilke (prensip) edinir ve bu denli yalan ve iftiralar üzerine kendi iğrenç dünyasını kurar ve bir ömür boyu bataklıkta debelenir durur.
Her malın müşterisi olduğu gibi, siyaset bezirganın da taraftarları vardır; tencere yuvarlanır kapağını bulur!
Yaşından başından utanmadan, bir CHP’liyi cumhurbaşkanı seçtirmek için yırtınan ve üstelik bunu bir Kandil günü ilan eden Karamollaoğlu belli ki tüm siyasetini Erdoğan düşmanlığı ve ona olan kini üzerine kurmuş. Kendisini haklı göstermek için de Erdoğan’ı Millî Görüş gömleğini çıkarmakla suçluyor.
Millî Görüş’ün prensiplerini bilmiyormuşuz, biz de yeni öğrendik! Millî Görüş’ün hedefi, meğer, (Karamollaoğlu’na göre) Ayasofya’yı ibadete açmak, başörtüsü yasağını kaldırmak, İmam-Hatip Liselilere uygulanan katsayı sorununu kaldırmak, Milli sanayide hamle üzerine hamleler vb. yapmak değil, Erbakan’ın affını içeren kanunu iptal ettirmek ve onu hapislerde çürütmek isteyen CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nu Cumhurbaşkanı seçtirmekmiş.
Bununla da yetinmeyip; Erbakan için af kanunu çıkartan Erdoğan’a utanmadan iftira atıyor ve ‘Erdoğan, 2006 yılında Erbakan’ı hapse attırmak için büyük bir gayretin içine girdi’ diyebiliyor.
Halbuki 28 Şubat aşağılık darbesinin zulmüne hem Erbakan ve hem de Erdoğan uğramıştı. Üstelik Erdoğan, görevinden alınmakla birlikte hapsi boylamıştı.
Erbakan ise, hakkında açılan ‘Kayıp trilyon davası’ ile hüküm giymişti. Gerçekte Erdoğan, Erbakan’ın hapse girmemesi için büyük bir gayretin içine girdi ve bu cümleden olarak kanun üzerine kanun çıkardı.
Malum o vakitler Cumhurbaşkanı Sezer’di; gelen kanunu VETO etti, ikinci kez aynı kanun gönderilince mecburen imzaladı. Yine malum Erdoğan Başbakan olsa da devir ‘vesayet’ devriydi (FETÖ devlette cirit atıyordu).
Peki, soralım kendilerine; Erbakan Başbakan iken, milyonların gözleri önünde (TV ekranından) kendisine ‘p...k’ diyen bir general bozuntusunu görevden alabildi mi?
Kin ve nefretten beslenen, hırs-ı piri illetine uğramış Karamollaoğlu bir de ne dese beğenirsiniz: ‘Abdullah Gül Cumhurbaşkanı oldu da af yetkisini kullandı ve hocamız hapse girmekten kurtuldu.’
Erdoğan, ‘Cumhurbaşkanı adayımız Abdullah Gül kardeşimizdir’ deyip onu seçtirmeseydi; Karamollaoğlu’nun yere göğe sığdıramadığı bu ‘af’ gerçekleşebilir miydi? Güneşe evet ama ışığına hayır diyen; sebebi görüp müsebbibi görmeyen gözler gerçekten mühürlüymüş.
Erdoğan’ın yaptığını biz de yapalım ve cümlesini Allah’a havale edelim!
Paylaş