Paylaş
Malum envaiçeşit darbelerle malul, vesayet altında, her yanı postal kokan ‘çürük’ bir demokrasimiz vardı.
Milletimiz bu alçakça darbelerin hiçbirisine layık değildi lakin dışarıdan malum kişiler (ABD ve Batılı ülke temsilcileri), içerideki hempalarıyla birlikte bu necip milleti her daim buna layık gördüler ve bunu alışkanlık haline getirdiler. (27 Mayıs, 71 Muhtırası, 80 Darbesi, 28 Şubat, e-Muhtıra, MİT Operasyonu, 17 ve 25 Aralık darbe girişimleri ve 15 Temmuz...)
Yukarıdaki parantez içindeki darbe ve darbe girişimlerine bakar mısınız? 1950-2016 arası, 66 yıl içerisinde en az on darbe veya darbe girişimi! Ortalama her 5-6 yılda bir postal hâkimiyeti. Söyler misiniz; buna hangi dilde demokrasi denir, denebilir?
Artık ne menem şeyse; bizde bunun adı demokrasiydi. Bizim halkımıza demokrasi diye bu layık görülmüştü. (Sözde güçlendirilmiş parlamenter sistem diyerek, postal vesayetinin özlemini çekenleri, aziz milletimizin ferasetine havale ediyoruz. Demokrasi adına bunlara yuf dememek için kendimizi zor tutuyoruz.)
Malum darbeler hep orduya yaptırılıyordu; ordu da bu eylemi alışkanlık haline getirmiş ve tıpkı Ortadoğu ülkelerinde olduğu gibi sabah erken kalkan general darbe yapıyordu.
Her darbede millet, otuz iki dişini sıkmış; öfke ve nefretle seyrediyor lakin Süleyman Demirel’in dediği gibi, ‘Başka bir ordumuz mu var ki mukabele edebileyim? Ordu, bizim ordumuz’ cümlesinden hareketle sabrediyordu.
Şimdilerde olduğu gibi eski siyasilerin (liderler) de çoğu aymaz, vurdumduymaz ve hatta nankördü. Nankör idiler, zira bindikleri demokrasi dalını bizzat kendileri kesiyor veya kesenlere öncülük ediyorlardı.
Nitekim N. Erbakan kendisine ve hükümetine karşı girişilmekte olan darbeye topyekûn siyasiler olarak karşı koyabilmek için tüm siyasi liderleri dolaştı; tek birisinden olsun olumlu karşılık görmedi.
Hemen hepsi askerin yanında konuşlandı. Bu siyasi partilerin artıkları da bugün Erdoğan’ın kurmaya çalıştığı demokratik devletin karşısında hizalanmak ve yine mahut ülkelerin vesayetine girmek için adeta yırtınıyorlar.
Daha önemlisi, onların hedefinde, Erdoğan’ın şahsında, Türkiye’nin kararlarını, kendilerine danışılmadan alması; yani Türkiye’nin tam bağımsızlığa doğru gitmesi bulunmaktadır.
Unutulmasın ki darbelerin özünde milletle kavga vardır; zira darbe yapılan hükümetleri seçen bu millettir; onlar, bu milletin temsilcileridir. Mahut hükümetler alaşağı edilerek milletten intikam alınmak istenmektedir. (Onlara göre milletin suçu(!), kendi istedikleri partilere (vesayet seven) oy vermemesidir.)
Onlar darbe yapmaktan bıkmadı ama milletin sabır taşı çatladı.
15 Temmuz 2016 günü millet, tıpkı 1950 yılında yapıp sandıkları patlattığı gibi, bu kez de kimseden emir almadan, kendiliğinden infilak etti (patladı) ve meydanlara döküldü.
Silahsızdı lakin atom bombasını söndürecek imana, yüreğe ve kararlılığa sahipti. Nitekim çıplak ellerle, önüne çekilen çelikten dağları aşıp geçti.
1950’de söylenen ‘Yeter söz milletindir’ düsturunu o zaman sandıkta, bu kez de sokakta gösterdi ve demokrasiyi kuvveden fiile çıkardı.
Böylece millet, seçtiği lideriyle el ele vererek hem liderini yedirmedi ve hem de demokrasiye sahip çıktı. Bununla birlikte, gerekli olanı yaparak, darbelerin önünü ebediyen keserek idari sistemi rayına oturttular.
Köhnemiş vesayetin özlemiyle yanıp tutuşan dış ve iç odaklar beğenmiyorlar, kıskanıyorlar, hırslarından çatlıyor ve her daim ciğerlerindeki ufuneti kusuyorlar.
Ne diyelim, şeytan azapta gerek!
Paylaş