Paylaş
O, dünyevi hayatında, ölmeden evvel ölerek, diğer bir deyişle ölümsüzlüğü tadarak, ‘Şeb-i arus’una, (düğün gecesi) kavuştu; vuslata erdi.
Mevlânâ Hazretleri hayatının her demiyle ve sözlerinin her hecesiyle, yaratılışımızın sırrını faş etti (açığa çıkardı). Mahut sır ise, Cenab-ı Hakk’ın muhabbet (sevgi) sıfatından başkası değildi.
Allahü teala bütün bu kâinatı, kendi nurundan yarattığı en sevgili ve muazzez kulu Muhammed Aleyhisselam’a duyduğu aşkı ve muhabbeti hürmetine yarattı. Ve O’nu, âlemlere rahmet olarak gönderdi.
Âlemlerin rahmeti ve övüncü olan sevgili Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselam da tüm bu âlemleri (yeryüzü ve gökler, insan, cin ve melek) sevgi hırkasıyla bürümüş; O’ndan yansıyan aşk ve muhabbetin damlaları, cihanda yer alan tüm mahlûkata istidatları (kabiliyet) oranında saçılmıştır.
Kimi, o aşk ve muhabbet deryasının kıyısına varabilmiş, kimi bir avuçla kanmış, kimi de o deryada dalgıç olup kana kana içmiştir.
İşte bizim Mevlânâ’mız (Mevlânâ, efendimiz demektir) o deryaya dalıp kana kana içen ve içtiklerini nazım ve nesirler halinde insanlığa sunan bir âşıktır, bir Allah adamı, evliyadır.
Hz. Mevlânâ kendisini, yolunu, sözlerini şu anahtar cümlelerle ifade etmiştir: “Ben sağ olduğum müddetçe Kuran’ın kölesiyim. Ben Muhammed muhtarın yolunun tozuyum. Benim sözümden bundan başkasını kim naklederse; ben ondan da bizarım, o sözlerden de bizarım (tedirgin, bezgin).”
Tasavvuf deryasına dalmış bu Hak âşığının Mesnevi’sinde geçen ‘Ney’, insan-ı kâmil demektir. Cennetten koparılan insanın, ana vatanına duyduğu özlemi dile getirmektedir.
Günümüz insanı Mevlânâ’yı çok yanlış anlıyor ve o mübarek şahsı, belirli ritüellere ve şekillere hapsetmek istiyor. Halbuki o, Mesnevi’sinde: “O halde Canan’a kavuşmayı can-ü gönülden iste; Dudağını oynatmadan Rabb’inin ismini kalbinden söyle” (kimse işitmeden, sessizce) demektedir.
Sevgiyi kaybeden günümüz insanı en büyük zulmü kendine, kendi nefsine yapıyor. Ne gaye ile yaratıldığını unutarak oyuna ve eğlenceye dalıyor. Ölünce uyanıyor, lakin bu uyanış para etmiyor.
Mevlânâ’nın işaret ettiği gibi, dünya; ayrılık yeri, ağlama, sızlanma, dertlenme yeri.
İnsan, tüm bu olumsuzluklara sabrederek, yanarak, eriyerek olgunlaşır.
Dünyanın, gidilecek asıl mekânın yolu üzerinde bir durak olduğunu bilen insan, bu dünyanın geçici ve hayalden ibaret olan süsüne, şatafatına aldanmaz.
Asıl mekâna (sonsuz olan ahiret yurduna) hazırlık yapar; yaratılanı, Yaradan’dan ötürü sever, onlara acır, şefkat ve merhametle muamele eder.
Elbette ki kusursuz insan olmaz; Mevlânâ diyor ki: “Bir günah işlediğinde hemen tövbe et. İnsan suya düştüğü için değil, sudan çıkamadığı için boğulur.”
Ve ne güzel demiş Mevlânâ: “Kendine bak kendine. Özüne, sözüne, benliğine. İlgilenme kimseyle; kim ne yemiş, ne giymiş.. Bundan sana ne? Sen kendini besle bilgiyle, sevgiyle, şefkatle. Ancak o zaman ulaşırsın insan olmanın erdemine.”
Paylaş