Paylaş
Dünyanın çeşitli yerlerindeki Yahudiler, Filistin topraklarına dağdan geldiler; geldikleri günden beri, bağdakileri (Filistinlileri) öz yurtlarından kovdular ve kovmaya devam ediyorlar.
Dile kolay, 500 sene Türklerin idaresinde kalan Kudüs’te kimsenin burnu kanamadı; her üç dinin mensupları da huzur içinde hayatlarını idame ettiler.
Türklerin Kudüs’ten ayrıldıkları tarih olan 1917’den beri, malum coğrafyada sürekli kan ve gözyaşı akmış, bölge halkı bir tek günü bile huzurla geçirmemiştir.
Şu hususu, sırası gelmişken ifade etmek lazım; İngiliz, Türklerle Araplar arasında nifak tohumları ekti. Türklerden de, Araplardan da kandırdığı ve birbirlerinin aleyhinde kullandığı aileler, gruplar oldu.
Mesela Bizim Cemal Paşamız, Şam’da genel vali iken, Arap kabilelerinin ileri gelenlerinin kızlarını, zorla alıp sarayına getirdiği, onları taciz ettiği ve bütün bu kepazeliklerin payitahta mal edildiği bilinen bir gerçektir.
Yine İngilizlerin, saltanat ve Hilafet vaadiyle kandırdığı Suud ve Haşimi gibi birkaç Arap aile ve aşiretin isyan ettiği ve Türkleri arkadan vurduğu da bilinen tarihi gerçeklerdir.
Mevzi olan ve hatta kendilerinin zorlamasıyla yapılan bu densizlikleri İngilizler köpürttü ve ‘Türkler, Hilafet makamını gasp etti ve Arapları sömürdü’ ile ‘Araplar, düşmanla işbirliği yaparak Türkleri sırtından vurdu’ yalanlarını yaydı; bunları okul kitaplarına koyarak, böylece her iki tarafın gelecek nesillerine de zehrini saçtı.
Bu trajik hali, Filistinli bir aydın, şu ibretli cümleyle özetliyor: ‘O gün, Osmanlı’ya sırtından saplanan hançerin akıttığı kan, bugün, Arapların ciğerlerinden fışkırıyor!’
Vesayet altındaki yönetimler bu denli haltları işlemesine rağmen, halkların birbirlerine karşı en ufak bir düşmanlığı yoktur, olamaz da.
Filistinli hiçbir aşiret ve aile böyle bir kepazeliğe alet olmadığı gibi, İngiliz’e karşı Osmanlı’nın safında kahramanlar gibi savaşmışlardır.
Bugün faşist ve İsrail destekçisi birkaç devletin dışında, tüm dünya İsrail’in savaş suçu işlediği konusunda hemfikirdir.
İsrail, Filistinlilerle barışı dillendiren kendi başbakanlarını bile katletti.
Çok ilginçtir; Hıristiyan âlemi Kudüs için onca Haçlı Seferleri düzenlemesine ve bu uğurda binlerce, on binlerce insanlarını kaybetmelerine rağmen, bugün Kudüs’ün Yahudi işgaline göz yumuyorlar ve kelimenin tam anlamıyla, bana dokunmayan yılan bin yaşasın düşüncesindeler.
Hıristiyan dünyanın yaptığı tek kelimeyle, zulme rıza göstererek, aynı zulme ortak olmaktır.
İslam âleminin tavrı ise, tam manasıyla yürekler acısıdır. Sadece isimleri İslam olan bu ülkelerin Müslümanlığı ‘marka Müslümanlığı’dır. Üzerlerine ölü toprağı serili bu ülkelerden, sadra şifa olabilecek bir davranış beklemek beyhudedir.
Bu ülkelerden birçoğu, bu vahşi devlet terörünü kınayamıyor bile.
Bir kısmı ise soysuzluklarının gereğini yerine getirip, İsrail’in barbarlığını destekliyor.
Her zaman olduğu gibi, mazlumun yanında yer alıp zalime başkaldıran yalnızca Türkiye var.
Türkiye, bugünkü şartlarda olması gereken çözümü dillendirdi: Her üç dince de, kutsal olan Kudüs’ün yönetiminin, Müslüman, Yahudi ve Hıristiyan din temsilcilerinden oluşan bir komisyonla yürütülmesi.
Türkiye’nin teklifi gerçekleşirse, Kudüs’ün kutsiyeti muhafaza edilir ve önüne gelenin kirli emellerine alet olmaktan korunmuş olur.
İsrail, sergilemekte olduğu bu vahşeti, devamlı yapacağını ve bunun sonucunda da Filistin topraklarındaki Arapları bütünüyle süreceğini zannediyorsa aldanıyor.
Biz Türkler, fiziki olarak Kudüs’ün bekçiliğini bırakmış olabiliriz, bu durum Kudüs’ü terk etmiş olduğumuz anlamına gelmez. Zira Türk’ün manevi bekçiliği kıyamete kadar devam edecektir.
Kudüs hiçbir zaman sahipsiz olmadı, yarınlarda da asla yalnız bırakılmayacaktır.
Velev ki, Türkiye tek başına, yapayalnız bırakılsa da!
Paylaş