Paylaş
Dedik ya; konu çok hassas ve hemen herkesin üzerinde ittifak ettiği bir konu olduğu için, TBMM’de gerektiği gibi irdelenmeden, bütün partilerin katılımıyla (oybirliğiyle) yasalaşmıştı.
Malum Avrupa’nın birçok ülkesi bu denli netameli bir sözleşmeye çekincelerini koymuş; diğer bir kısım ülkeler ise metni imzalamalarına rağmen uygulamamıştı.
Bu arada en dikkat çekici tavrı Polonya göstermiş ve doğuştan olmayan, sonradan, kişilerin belirleyeceği cinsiyet anlayışını toplumlara dayattığından (toplumsal cinsiyet, ne demekse); sözleşmeden çekilmek için yasal süreç başlatmıştır.
Bu arada, birileri, bilerek veya bilmeyerek, Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ı bu kararından dolayı eleştiriyorlar. Meclis’ten çıkan kanunu, Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi iptal edemez diyorlar.
Elbette edemez; zaten o kanun halen yürürlükte.
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle Türkiye, uluslararası bu sözleşmeden çekildiğini ifade ediyor. Bu ise hem bu sözleşmeye ve hem de uluslararası hukuka uygundur. Bunun aksini kimse iddia edemez.
Meclis’ten çıkıp yasalaşan ve yürürlükte olan kanuna gelince; ona yeni şekil verecek (bütünüyle kaldırmak, bir kısmını çıkarıp, bazı ilaveler yapmak, aynen kabul etmek vb) yine elbette ki TBMM’dir.
Fakat bizdeki asıl ayıp nerede biliyor musunuz?
Biz bu kadar köklü bir devlet olmamıza karşın, hâlâ başkalarının hazırladığı sözleşmelerden medet umuyoruz? Bunca hukuk fakültesi ne güne duruyor? Anlı şanlı hukuk insanlarımız, televizyon ekranlarına çıkıp bu sözleşmenin, lehinde ya da aleyhinde konuşup birbirlerine laf yetiştireceklerine, neden kendileri bir sözleşme metni hazırlamazlar?
Ya da bu denli sözleşmelere ihtiyaç duymayan; kadına karşı şiddeti önleyici kanun metinlerini, dört dörtlük hazırlayıp sunmazlar?
Dünyanın en eski ve köklü hukuk geleneğine sahibiz. Bütün dünyanın gıpta ile baktığı Mecelle gibi bir hukuk abidesini hazırlayan milletin çocukları; bugün neden kendi hukuklarını ortaya koyamazlar?
Hâlâ Avrupalının gözlerine bakıyorlar. Ayıp değil mi bu?
Avrupa’nın aile yapısıyla, gelenek ve görenekleriyle, inanç ve töreleriyle bizimki aynı mı?
Neden kendimize güvenmiyoruz? Avrupalıyı taklit edersek, en iyi halimiz bile, Avrupalının gerisine düşmektir. Zira taklit eden, taklit edilen gibi olmaz.
Ayrıca, bu sözleşme öyle iddia edildiği gibi kadına şiddeti azaltmamış, bilakis kadına şiddet ve kadın cinayetleri daha da artmıştır. Rakamlar ortada (yıllara göre kadın cinayetleri): 2011 yılında 121, 2012’de 210, 2013’te 237, 2014’te 294, 2015’te 303, 2016’da 328, 2017’de 409, 2018’de 440, 2019’da 474 kadın cinayeti işlenmiştir.
Bu sözleşmenin tarafı olan AB ülkelerinde, haftada 50 kadın, aile içi şiddet yüzünden hayatını kaybetmektedir.
Demek ki, kadına karşı şiddet ve kadın cinayeti yalnızca kılıftan ibarettir.
Maksat, üzüm yemek değil, bağcıyı dövmektir; aile yapısını kökünden sarsmaktır.
Amaç, kadını koruma altına almak ve ona uzanan elleri kırmaksa, bunun için ne gerekiyorsa yapalım.
Ama biz yapalım; elin ne olduğu belli olmayan sözleşmelerine takılıp kalmayalım.
Paylaş