Paylaş
Kendi gerçekliğini örten insan dünyaları keşfediyor, fethediyor, atomu parçalıyor lakin kendini bilip tanımada geldiği noktada ise, ‘insan denen meçhul’ deyip apışıp kalıyor.
Her şeyi ile baştan sona hayal olan bu kısacık ömrü gaflet, dalalet ve ihanet içinde geçiriyor. İhanetlerin en büyüğünü, tanımayıp gerçeğini örttüğü nefsine (kendine) yapıyor.
Ölünce uyanıyor ama iş, işten çoktan geçmiş oluyor. Daha da kötüsü ise, o anda duyulan pişmanlığın hiçbir faydası olmuyor.
Ruhunu inkâr ve iptalle nefsini azgınlaştıran insan, nefsinin doymazlığının esiri oluyor. İşin daha vahimi ise, onu doyurur ve mutlu olurum zannediyor.
‘Daha!’, ‘Daha!’ dedikçe nefsine veriyor lakin ‘daha’lar (nefsin istekleri) bitmeden ya ona verebilecekleri tükeniyor veya bizzat kendisi tükeniyor. Ancak nefsi doymak bilmiyor.
Kadere inanmadığı için kederden emin olmuyor.
Eşyanın, olay ve hadiselerin peşinden koştukça, ölüm de onun peşinden koşuyor. Oysa o, şatafatlı ve en az bir o kadar da meşakkatli dünyasında, resmini yapmak şöyle dursun; hayalini bile kuramadığı mutluluğu arıyor ama nafile!
Fakiri zengini, siyahı beyazı, kadını erkeği, güzeli çirkini, hastası sağlıklısı, Doğulusu Batılısı, kuzeylisi güneylisi, güçlüsü güçsüzü, şu veya bu iş ve meslek erbabı, işvereni işçisi ve daha nesi ve nesiyle herkes dünyayı ve dünyanın içindekilerini eritip tükettiklerini zannediyor.
Halbuki sonuçta, eriyen, biten ve tükenen insanoğlunun bizzat kendisidir. Ama gelin görün ki ava giderken avlandığının farkında bile değil.
İnsanoğlu, sebebe inandı ve buldum zannederek orada dondu kaldı.
Güneşe evet ama ışığına hayır diyerek; sebebi gördü, (teselsülün batıl olduğunu ispat etmesine rağmen) sebepler zincirinde takılıp kaldı. Müsebbib -ül- esbabı (sebepleri yaradanı) göremedi, bilemedi, tanıyamadı.
Kurtuluşu (!) inançsızlıkta (inkârda) buldu.
Böylece sorumluluktan kurtulduğunu zannetti.
Hem kel hem fodul yığınları olarak, dünyayı da ahireti de kendilerine zehir ettiler.
Onların ‘vur patlasın çal oynasın’ dünyaları, mutlulukları konusunda sizi aldatmasın; içleri kan ağlamakta ve binbir çeşit bela, musibet, elem ve ıstırap içinde kıvranmaktalar.
Bunların eğlence aramaları, içinde bulundukları acıklı durumun delilidir.
Kan kusup kızılcık şerbeti içtik diyorlar, demek zorundalar. Aksi halde kendilerini inkâr etmiş olurlar.
Evrende her şeyin bir manası var da bunca mükemmeliyet içindeki insanın bir manası olmaz mı?
Küçük kâinat demek olan insan, hiç boş ve lüzumsuz yere yaratılmış olabilir mi?
Bu mükemmeliyet içinde Yaradan’ını unutanı, unuturlar ve kendi haline bırakırlar. İlahi sorumsuzluk içinde, kendi haline bırakılan insanın zembereği boşalmıştır.
Tutabilene aşkolsun!
Paylaş