Paylaş
Ahir zamanda, gerçek bayramların hayal olacağı zaten bildirilmişti. Bizler de böyle bir beklenti içinde olmadığımızdan, doğrusu, sükûtu hayale uğramadık.
Zira biliyorduk ki: ‘Haşa zulmetmez kuluna Hüdası; herkesin çektiği kendi cezası!’ dır.
Şu halde; insanoğluna ikram olarak sunulan bayram ziyafetini bizler kendi ellerimizle zehirledik, zehirliyoruz. Halbuki bu dünya nimetleri, herkese fazlasıyla yeter lakin içimizdeki açgözlüler, doyumsuzlar, başkalarının haklarını gaspederek dünyayı yaşanamaz kılıyorlar.
Malum; insan, dış görünüşüyle insan lakin hırs ve arzularıyla canavardan da tehlikeli ve aşağılık bir yaratık olabiliyor. Ve maalesef dünyamız, ahir zaman diliminde, bu denli canavarlara teslim olmuş durumdadır.
İnsanoğlu her keşfettiği yeni şeyle zararını artırmıştır. Bunun da sebebi, tüm bu yenilik ve buluşları hükmü altına alacağına, onların emrine (hükmü altına) girmesidir.
Diğer bir ifadeyle, yaratılış gerçeğini, hakikatini, neye memur olduğunu unutmasıdır.
Allahü teala Hz. Musa aleyhisselama indirdiği Tevrat’ta şöyle buyurur: ‘Ey Âdemoğlu! Seni kendim için, eşyayı (her şeyi) senin için yarattım. Benden dolayı (Benim için) yarattığım şeyi (kendini) eşyaya kurban etme!’
İletişim araçları baş döndürücü hızla gelişti ve tüm yerküresini büyük bir köy haline getirdik diye sevinmiştik. Yeni buluşlarımızla ses duvarını aştık, uzayı parselleyip yatırımlar yapıyoruz.
Teknolojinin esaretinde ecel terleri döken insanoğluna dünya dar geliyor, yeni dünyalar arıyor.
Bu basit dünyayı yaşanamaz kılan, hükmü altına alıp mutlu olamayan ve hatta cinnet geçiren insan, bilmediği meçhuller diyarında ve daha komplike dünyalarda aradığı huzuru ve mutluluğu bulabilecek mi?
Kendi gerçeği peşini bırakmayacağına göre, kaçması kurtuluş olmayacak, olamayacak.
Dikkat edin; hemen her yerde, herkesin elinde bir oyuncak ve hemen herkes yaşadığı dünyadan soyutlanmış, sanal âlemlere yelken açmış durumda.
Yanında top patlasa haberi olmayacak, olsa da içinde bulunduğu sanal âlemin bir yansıması olduğunu zannedecek.
Eskiler insanı, konuşan hayvan diye tarif ederdi; yeni insan tipinde o da yok. Ya ne var? Sınırsız sayıda bataklık ve Gayya çukuru var. Seç seç beğen ve debelenip dur!
Makineleşen insan, yaşadığının farkında değil ki yediğinin lezzetini tadabilsin, yapıp ettiklerinin hazzını duyabilsin.
Dünyaya sınav için gönderilen insan, öylesine fesat çıkarıp kanlar döktü ki dünyayı kendine dar edip yaşanamaz hale getirdi.
Şimdi de kaçacak yer arıyor!
Suyu hayat bildi, Tufan’dan kurtulmak için Nuh aleyhisselamın gemisine bindi. Suyu (parayı) geminin altına (cebine) koyup yüzdüreceğine geminin içine (kalbine) koydu ve gemiyi batırıp helak oldu.
Akıl-ruh ve sinir hastalıkları hemen herkesin, ortak derdi oldu.
Kumar illetinden ocaklar sönüyor, intiharlar artıyor.
Çoğu insan, işi gücü bırakmış psikologların-psikiyatrların kapılarını aşındırıyor.
Sahi, ne demişti Nâzım: ‘trrrrum, trrrrum, trrrrum! Trak tiki tak!
Makinalaşmak istiyorum!...
Mutlak buna bir çare bulacağım...
Ve ben ancak bahtiyar olacağım...’
İnsanoğlu makineleşmenin doruğuna erişti; peki, bahtiyar olabildi mi? Hani çaresini bulacaktı?
Neden olamadı derseniz; yukarıdaki yazıyı lütfen bir kez daha okuyun!
Paylaş