Paylaş
Diğer bir deyişle demokrasi aşağıdan yukarıya (halktan yönetime) bir taleple elde edilmedi.
Osmanlı döneminde İngiltere’nin başı çektiği Batılı ülkelerin talebi ve içimizdeki üst düzey bürokratların padişaha dayatmasıyla ilk demokrasi denemeleri yapıldı.
Cumhuriyet rejimi ile birlikte de 2. Dünya Savaşı’nın galibi olan ABD tarafından, İsmet İnönü’ye çok partili hayata (parlamenter sisteme) geçmesi telkin edildi. BM’nin 1945 yılında, San Francisco’daki Konferans’ta alınan kararla Türkiye’ye demokrasi (!) adeta dikta edildi.
Zira ABD’nin ve bilahare NATO’nun safında bulunabilmek için demokrasi şarttı. İnönü şark kurnazlığı yaparak (h’avet-hayır-evet) dedi ve 1946 seçimlerine sözde çok partili girdik ama bir şartla: İnsanlar oylarını açıktan (göstererek) vereceklerdi ve verilen oylar gizli sayılıp tutanaklara geçirilecekti.
Bu denli bir göz boyamayla, bin bir çeşit yalan-dolan, hile ve katakulli ile CHP iktidarını bir dört yıl daha uzatmış oldu.
Bundan önce de (Cumhuriyet döneminde) iki kez çok partili hayata geçmek için girişim olmuş lakin her ikisi de hüsranla bitmişti. Dolayısıyla 1923-1950 arasındaki uygulama tek partili bir sistemdi.
Cumhuriyet vardı ama demokrasi yoktu; sözde halka oy hakkı tanınmıştı ama ortada tek parti vardı. Ve o partinin il başkanları bulundukları illerin hem belediye başkanı ve hem de valileri idi.
İlk defa 1950’de demokratik bir seçim yapıldı ve CHP, o gün bugündür yapılan tüm genel seçimleri kaybetti.
Seçim sandığı güvencede olmasına rağmen getirilen demokrasi (parlamenter sistem) vesayetle illetliydi. Yönetime gelen siyasi partiler, çoğunluğun oyunu alıp tek başlarına iktidara gelseler de hiçbir zaman muktedir olmadılar, olamadılar.
Halkımızın demokrasi mücadelesi, sandık (seçim) imkânı ile başlamış; halk her seçimde sandığa sahip çıkıp hakkını vermesine rağmen, seçilen siyasiler, verilen oyların hakkını gerektiği gibi koruyamamış ve savunamamıştır.
Bu yüzdendir ki hem halk ve hem de halkın seçtikleri ağır bedeller ödemek zorunda kalmıştır.
Demokrasimizin en büyük handikabı askeri darbelerdir. Darbenin olduğu yerde, darbecilerin yaptırdıkları darbe anayasalarıyla demokratik idare mümkün mü?
Ama dışarıdaki ve içerideki vesayet odakları darbeli demokrasiden (!) hoşnuttu. Zira seçilmiş hükümetlerin değil, onların iktidarları söz konusu idi ve alan da (içerideki vesayet odakları) veren de (dışarıdaki vesayet odakları) razıydı.
Nitekim parsa, al gülüm ver gülüm şeklinde taksim ediliyordu!
İşte Erdoğan, onca mücadeleden sonra, halkın oyuna sahip çıktı ve böylece milli iradeyi hâkim kılarak vesayetsiz demokrasiyi getirdi.
Cumhurbaşkanını halka seçtirdi. Eskiden cumhurbaşkanlarının nasıl yüzkarası metotlarla seçildiğini bilenler, cumhurbaşkanının halka seçtirilmesinin ne demek olduğunu iyi anlarlar!
Paylaş