Paylaş
Zira adeta doğuştan siyasetçi. Kendisiyle tam 60 yıllık bir dostluğumuz var. O vakitler (1963) İstanbul’da tek olan imam hatip okulunda birlikte okumuştuk.
Okulun münazara ve futbol takımında temayüz etmişti (sivrilmek, başarıyla öne çıkmak). O, çocukluğundan beri hep ciddiydi; o yüzden ta o vakitlerde ‘Reis’ unvanını hak etmişti. Liselerarası futbol müsabakalarında okul takımının kaptanı olarak, işini öylesine ciddiye alırdı ki kendisini, cephede savaş planları yapan komutan zannedersiniz.
O vakitlerin imam hatip nesli, ötekileştirilmiş olmalarından dolayı dava bilinciyle yetişiyordu. Klasik liselilerden bir yıl fazla okumalarına rağmen, lise mezunu sayılmıyorlardı; üniversiteye gidebilmek için, başka liselerde fark derslerin sınavlarını verip lise diploması almaları gerekirdi. Farklı dersler dediklerini aynı şekilde imam hatip okulunda zaten görüyorlardı ama işkence olsun diye böyle yapıyorlardı.
İki asrı aşkın bir zamandan beri bu toplum; kâh kendi arasında kâh devleti halkıyla kâh halkı devletiyle kavgalıydı. Bu kavgaların çoğu, halkı sıkıyönetim altında tutmak için kurgulanmış sudan bahanelerdi.
Zorba takımının tek hedefi vardı, o da halkı yönetimde söz sahibi yapmamaktı. Zira onlara göre halk cahildi (halkı böylesine cahil bırakan kimdi veya kimlerdi?), kime oy vereceğini bile bilmezdi. (Bugün bile halkın seçimine ve seçtiklerine bu yüzden itibar etmemektedirler.)
Zorba takımı, kendilerini seçkinler güruhu olarak addediyor ve yönetim erkini, babalarından kendilerine miras kalmış bir hak olarak görüyorlardı.
Cumhuriyet’le bile halkı devletiyle kaynaştıramadık. Nitekim İnönü döneminde, köylünün Ankara il merkezine girişi yasaktı! Yabancılar, köylünün pejmürde halini görüp fotoğrafını Avrupa gazetelerinde yayınlarlarsa, dünyaya rezil olacaklarını bildiklerinden bu yola baş vurmuşlardı.
Türkiye toprakları bir imparatorluk bakiyesiydi ve bağrında hemen birçok çeşit insan grubunu barındırıyordu. Ta Osmanlı’nın son döneminden beri, içimizdeki bir kısım zorbalar milliyetçiliği yanlış anlayarak faşizmi hortlattılar.
Cumhuriyet döneminde buna, bir de laikliği yanlış anlama eklendi ve uygulaması İslam düşmanlığı şeklinde icra edildi. Bunlardan sadece bir başörtüsü konusu, bu toplumu onlarca yıl birbiriyle kavga ettirdi. Dünya milenyum çağını yaşarken, biz, başbakanın hanımını başı örtülü diye GATA’ya, hasta ziyareti için bile sokmadık.
İnsanı, tavşan mesabesine konulan bu toplumda tam iki yüz senedir ‘Tavşana kaç tazıya tut!’ oyunu oynatılıyor. Bu hengamede, canının derdine düşen tavşan (halk) ancak kaçabildi. Halkın talep ve beklentiler, hep çıkmaz ayın son perşembesine tehir edildi.
Halkın taleplerini dillendiren siyasi partiler kuruluyor lakin onlar da sudan bahanelerle kapatılıp mensupları siyasi yasaklı ilan ediliyordu.
İşte Sayın Erdoğan, çocuk denecek yaşlarında siyasi arenaya atıldı ve kendisinin de mensubu olduğu; itilenler, ezilenler, yok sayılanlar, ötekileştirilenler, hor görülenler ve her türlü hakarete uğratılanlar adına kavgada yerini aldı.
Not: Aynı konuya bir sonraki yazıda devam edeceğiz. F. B.
Paylaş