Paylaş
Bir elin parmakları bile birbirinden farklıdır; mesele, tüm ayrılıklara rağmen o parmakların birlikte açılıp kapanmasıdır. Diğer bir ifadeyle tasada ve kıvançta (milli ve manevi değer ve meselelerde) bir ve beraber olabilmektir.
Bunun dışındaki ayrı ve aykırı fikir ve düşünceler zenginlikten öte bir mana ifade etmez. Yeter ki birbirimize tahammül edebilelim, saygılı olalım ve birbirimizi dinleyip anlamaya çalışalım.
Bir kısım insanımıza, vesayet sisteminin ne olduğunu, ABD’nin 1947 yılından beri, devlet ve millet hayatımızın kılcallarına değin nasıl nüfuz ettirildiğini, FETÖ’yü, PKK’yı, ve envaiçeşit terör örgütleriyle yapılan ve yapılmakta olan mücadeleyi anlatamadık.
Bütün bunlar anlaşılmayınca ya da yanlış anlaşılınca, ilk düğmenin yanlış iliklenmesi gibi, bütün düğmeler yanlış iliklenir ve hemen her şey yanlış veya eksik anlaşılır.
2. Büyük Savaş’tan sonra egemen güçler, ABD, Sovyetler ve tırnakları sökülmüş olsa da İngiltere idi. Zira İngiltere, 1. Büyük Savaş’tan sonraki parselasyonda altın hissenin sahibi olan ülkeydi.
İkinci parselasyonda İngiltere ile ABD yer değiştirmiş; bu kez altın hissenin sahibi ABD olmuştur.
ABD, yeni düzenin (aslında düzensizliğin) egemen gücü olarak, diğer galip güçlerle dünyayı parselledi. Yaptığı, kurt taksiminden başkası değildi. Galip güçler vasi olup vesayet altına aldıkları ülkeler ise tek kelime ile kısıtlıydı. Diğer bir ifadeyle, bu ülkelerin hak ve menfaatlerinin korunup kollanması ve sorumlulukları vasi konumundaki devletlerin ellerindeydi.
1947 yılında İnönü’nün ABD ile yapmış olduğu anlaşmalarla başlayan, 1952’deki DP döneminde de, NATO ile sürdürülen bu birliktelik, ormandaki aslanla kurdun dost ve müttefikliğini andırıyordu.
ABD, işe bizim uçak, silah ve mühimmat fabrikalarımızı havaya uçurtarak koyuldu. Sizin en ufak bir şey üretmenize gerek yok, size ne gerekiyorsa biz vermeye hazırız dediler.
Gelip geçen tüm hükümetlerimiz (ziyadesiyle itaatkâr olanlar ise, darbe hükümetleriydi!) bu emre uydu. Ülkeyi, IMF’ye borçlandırılarak, emre amade hale getirdiler. Emre uymayıp en ufak yan çizen devlet ve siyaset adamlarımızı ise ya darağaçlarında sallandırdılar ya suikastlara kurban ettiler ya da alaşağı edip iktidardan uzaklaştırdılar.
Bu denli istiskale uğrayan devlet-siyaset adamlarımızın bir kısmı: Adnan Menderes, onun bakan ve milletvekilleri ve üst düzey bir kısım bürokratları, Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Turgut Özal, Necmettin Erbakan ve Recep Tayyip Erdoğan.
Günümüzde birileri, yüksek teknoloji ürünlerinin üretiminden ve ihracatından dem vuruyor. Bilinmelidir ki Necmettin Erbakan, Turgut Özal ve Tayyip Erdoğan olmasaydı, bu ülke hâlâ montaj sanayiinde patinaj yapmakla havanda su dövmeye devam edecekti.
Düşünsenize; 1960’da ihtilal oluyor, devletin kasasında memurlara verilecek para yok! ABD’nin verdiği dolarlarla memurların maaşı ödenebiliyor. İhsan Sabri Çağlayangil’in açıklamasına göre; 1973 yılına kadar MİT’in maaşlarını CIA ödemiş. Daha sonraki yıllarda, ülkenin başbakanı Bülent Ecevit, Özel Harp Dairesi’nin varlığından habersiz olduğunu söyleyecek; bundan da vahimi ise, bu kurumun maaşlarının ABD tarafından ödendiğini, kendisinden örtülü ödeneğin neredeyse tamamının, genel kurmay başkanı tarafından istendiğinde bilebilecektir.
Yalnızca ifade edilen bu hususlar bize neyi anlatmaktadır? Görülüyor ki ülkenin derin devletinin kodları tamamen ABD’nin eline geçmiş. Böyle bir ülkede yerlilikten, millilikten ve gerçek manada bağımsızlıktan, kalkınmadan bahsedilebilir mi?
ABD’nin bizde oluşturduğu sözde devlet aklını görüyor musunuz? Bize biçilen ne menem demokrasiyse, atanmış genel kurmay başkanına güvenip sözde devlet sırrını veriyor (İşine gelen miktarını ve işine geldiği şekliyle); seçilmiş başbakana ise güvenilmiyor ve ondan devlet sırları esirgeniyor.
Ve o başbakan da ülkeyi idare ettiğini sanıyor!
Eğri oturup doğruları konuşmaya devam edeceğiz.
Paylaş