Paylaş
En güçlü silahın bilgi olduğunu bilelim; unutmayalım ki, biliyorsanız üstünsünüz, elbette ki doğru bilgiyi biliyorsanız.
Benliğimizden uzaklaşıp, yabancı kültürlerin tutsağı olduk. Bunun sonucunda da sahip olduğumuz tipik özellik had bilmezlik oldu.
Birçok kişi, isimlerinin önünde Prof. unvanı olmasına rağmen, uzmanı olmadıkları sahalarda ahkam kesiyor, kesebiliyor. Üstelik yanlış bildiklerini, akademik unvanın arkasına sığınarak, doğru diye dayatıyorlar.
Tek kelime ile küstahlaşıyorlar.
Birisi çıkmış, işin doğrusunu söylüyor; Suriye devlet başkanının adının Esad değil, Esed olduğunu söylüyor. (Esad, sad harfiyle mesut, mutlu demek; Esed ise, sin harfiyle aslan demek)
Kendisini Engizisyon yargıcı zanneden Prof. müsveddesi ise, ısrarla Esad diyor ve karşısındakine, dünya düzdür, yuvarlak değil dedirtiyor. Ve ekliyor, ‘Burası Türkiye, burada böyle demek zorundasınız’ diyor, diyebiliyor. ‘Burası Türkiye, biz Türkler Esed’e Esad diyoruz’ dese, diyebilse ama nerede...
Bir diğeri, sözde fen bilimci ama görseniz, din ve tarih konularında allame; Hz. Musa’nın ve Hz. İsa’nın tarihte yaşamadıklarını ileri sürüyor.
Bu kafa, tevatür ve mütevatire de yanlış mana veriyor ve yaygınlaşmış yanlış haber diyor. Sadece bu kısmını alıyorlar, peki, yaygınlaşmış doğru habere ne diyeceğiz? Mesela bugünün çarşamba olduğu, yalan üzerine ittifakı mümkün olmayan, milyonlarca sayıda kişinin aktara geldiği doğru bilgiye ‘yaygınlaşmış yanlış bilgi’ mi (haber) diyeceğiz?
Dini kaynaklarda da en güvenilir haber (örneğin: Hadis-i şerif), doğruluğundan asla şüphe edilmeyen mütevatir haberdir; bu, kesin bilgidir.
Tevatür veya mütevatiri dile dolayıp, yalnızca yaygın olan yanlış bilgi şeklinde sunmak, dine ve dini bilgilere büyük bühtandır (iftira).
Ayrıca; önüne gelen, beşer planında yaratmak kelimesini kullanıyor. Yaratmak, yoktan var etmek demektir ve yalnızca Yaratıcıya, Allah’a mahsustur. Dolayısıyla yaratmak fiili yalnız Allah için kullanılabilir.
Biz insanlar, keşfederiz; yani yaratılanları arayıp buluruz ya da onları bir araya getirip yeni bir şey keşfederiz. Her var olana, onu yaratmakla iyilik etmiş olan, onu varlıkta durdurup yok olmaktan koruyan yalnızca Allahü Teâlâ’dır.
Mucize kelimesi de olur olmaz yerde kullanılıyor. Mucize: Peygamber olduğunu söyleyen kimsenin doğruluğunu kanıtlamak için Allah tarafından yaratılan harikulade (olağanüstü) olaydır. Allah c.c. her şeyi sebeple (tabiat kanunlarına-fizik-kimya-matematik-biyoloji vb.) uygun olarak yaratmaktadır.
İnsanların bütün işleri adet-i ilahi içinde (sebepler altında) meydana gelir. Allahü Teala adetini bozarak, sebepsiz şeyler de yaratır; bunlara, Peygamberlerden meydana gelirse mucize, evliyadan meydana gelirse keramet, diğer müminlerden meydana gelirse firaset denir.
Yanlış kullandığımız kelimelerden bir diğeri de ‘izzet-i nefs’tir. Nefis yaratılan en süfli, en alçak mahlûktur. Allah’ın, hak ve hakikatin düşmanıdır. Hep kendi zararını ister. Dolayısıyla böyle bir mahlûkun izzeti (yüceliği-üstünlüğü) olmaz, zilleti, alçaklığı olur.
İnsanın onuru, haysiyet ve şerefi imanından ve akıllı olmasından gelir. Malından, nesebinden ve hele hele en alçak olan nefsinden hiç gelmez.
Paylaş