Paylaş
Hakikatler, boşluğa bakan aynalar mıydı?’ (Necip Fazıl)
Allahü teala en üstün varlık olarak yarattığı insanlık hakikatini, dünya sahnesinde; Hazret-i Âdem’den itibaren süzerek, hep en iyi ve en temiz nesiller boyunca sürdürdü ve sonunda kâinatın övüncü olan sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselamda karar kıldı.
Dünya sahnesinde zamanın çarkları devrini icradan yorulmuş, zulümle kaplı tüm mekânlar kokuşmuştu. Mekke şehri tüm bu olumsuzlukların adeta merkezi konumundaydı.
İnsanoğlu yaratılış gayesini unutmuş; edindiği sahte ilahlar etrafında kurduğu zulüm düzeninde altta kalanın canı çıkıyor, insan sayılmayan kız çocuklarının doğumu uğursuzluk biliniyor ve doğar doğmaz diri diri gömülüyorlardı.
Ayyuka çıkan kan davalarıyla insanlar birbirlerini göz kırpmadan boğazlıyor, sözde kurulan mahkemelerde okkanın altına gidenler, haklı da olsa hep fakir ve güçsüzler oluyordu.
Özetle; âlem, dört bir yanıyla zifiri karalıktaydı.
Batılı bir düşünürün ifadesiyle: “Hz. Muhammed’in dünyaya teşrifleri; şimşeğin, zifiri karanlıkları delip aydınlatması gibi gerçekleşmiştir.”
Halbuki ondan önce nice peygamberler gelmiş ve her birisi kavimlerini hak dine davet etmişlerdi. Lakin bunlardan hiçbiri arzulanan ideal nesli yoğurup kıvama erdirememişti.
Zira onlar, bir tehlike anında peygamberlerine: “Rabbimiz olan Allah, bizden ziyade seni seviyor ve elbette seni daha çok koruyacaktır. O halde sen, tehlikenin üzerine, önümüzden git, bizler de arkandan gelicileriz!’ diyorlardı.
Sevgili Peygamberimizin sevgiyle yoğurduğu ve insanlığın zirvesine taşıdığı arkadaşları ‘Ashab- ı kiram’, öncekilere benzer tehlikeli ortamlarda şöyle söylerlerdi: “Ey Allah’ın resulü, sen de ki, bu, ateştir, insanı yakar. Atla de, atlayalım, yanalım ve ölelim. Bu sudur, insanı boğar, atla de, atlayalım ve boğulup ölelim. Yeter ki senin o mübarek ayağına bir diken dahi batmasın!”
Nitekim canların gargaraya geldiği Uhut gününde, Peygamberimiz, müşrikler tarafından sıkıştırılmış, yaralanan o yüce insan, ölümle burun buruna gelmişti. Yanında kalan bir avuç sahabesi ise, etrafında pervane olup, bedenlerini düşmanın ok, mızrak ve kılıçlarına siper ediyorlardı.
Bunların bir tanesi de Mazinli Nesibe Hatun’du. Mübarek bedenine yetmişten ziyade ok, mızrak ve kılıç darbesi almıştı. Kendisini tedaviye koşanlara müsaade etmiyor, o halde iken bile Peygamberin önünde dikilip, gelen tehlikelere karşı siper oluyordu.
Zira onlar, “Canların canı uğruna can vermeyi, cana minnet biliyorlardı”. Ölmeden evvel ölüyor ve böylece ölümsüzlüğü tadıyorlardı.
Sevgili Peygamberimizin sevgiyle yoğurup meydana getirdiği ideal neslin yegâne özelliği, kendilerinden ziyade başkaları için (diğer mümin kardeşleri) yaşamalarıydı. Çünkü onlar çok iyi biliyorlardı ki ebedi kurtuluşları ve ebedi saadetleri, arkadaşlarının dualarına bağlıydı.
Zira kendilerine yapacakları dualar, temiz ağızla (yalan söylememiş veya haram yememiş) yapılmış olmayabilirdi. Dolayısıyla kabul edilmesi zordu. Bir başkası için dua eden ağız ise, tertemiz olup kabule şayandır.
İşte bu ideal topluluk, yemeyip yedirenler, giymeyip giydirenlerdir; daha güzelini arkadaşına reva görenlerdir.
Bundan dolayıdır ki onların yaşadıkları döneme “Asr-ı Saadet” denmiştir.
Sevgili Peygamberimize olan aşırı sevgileri sayesinde, onların imanları kemale ermiş ve hakk-el yakin (bizzat yaşanarak elde edilen) hasıl etmişlerdir. Bundan dolayıdır ki Hz. Ali Efendimiz: “Ben ölsem, ahirete gitsem, cenneti-cehennemi görsem, imanımda bir artma olmaz” buyurmuştur.
Çünkü onlar biliyorlardı ki tüm âlemler, Sevgililer Sultanı için yaratılmış ve o da, tüm bu âlemler için rahmet olarak gönderilmişti.
Her peygamber kendi zamanında, kendi mekânında, kendi kavminin hepsinden her bakımdan üstündür. Muhammed aleyhisselam ise, her zamanda, her memlekette yani dünya yaratıldığı günden kıyamet kopuncaya kadar, gelmiş ve gelecek bütün varlıkların her bakımdan en üstünüdür.
Şu halde, bütün saadetlere kavuşmak için sevgili Peygamberimizin yoluna tabi olmak lazımdır. Onun yolunun esası ise, sebeplere yapışmaktır.
Yani inanmak, inandığı gibi yaşamak; çok çalışmak ve her şeyin en mükemmelini yapmak ve bütün bunların sonucunu Allahü tealadan beklemek.
Bu düşüncelerle sevgili okuyucularımın Mevlit kandilini tebrik ediyor, sağlık, mutluluk ve esenlikler diliyorum.
Paylaş