Paylaş
Uzaktan kumanda ile yönettiği söylenen Ali Babacan’ın partisi de eli kulağında, ha kuruldu ha kurulacak.
Abdullah Gül’ü 70’li yıllardaki MTTB’li (Milli Türk Talebe Birliği) günlerimizden beri tanırız. O zamanlar da hep perde arkasında durur, öne çıkmazdı.
Seminer ve konferans türü kültür çalışmalarımızda da hep dinleyici olarak kalır, soru bile sormazdı.
Kafasının arkasındakileri o gün bilemediğimiz gibi, bugün de bilemiyoruz. Yani dememiz o ki, Abdullah Gül bir Tayyip Erdoğan gibi değildir. Erdoğan’ın kafasında ne varsa dilindedir.
Bundan dolayıdır ki Erdoğan’ın seveni de çoktur, sevmeyeni de. Ama Abdullah Gül öyle değildir, ketumdur, dolayısıyla seveni de, sevmeyeni de kendisi gibi meçhuldür!
Abdullah Gül’ün sessizliğini bozmasının zamanlaması çok manidardır. Zira CIA kökenli bir raporda, Türkiye’deki orta rütbedeki askerlerin rahatsızlığından bahsediliyordu. Gül de, bu denli bir darbe tartışmasının yapıldığı zamanda arz-ı endam etti. Belli ki, o da dumanlı havayı beklemiş.
Erdoğan’ı da, çocukluk (ortaokul) yıllarından beri tanırız, o gün ne idiyse bugün de odur.
Erdoğan’ın en çok takdir ettiğim yönü, davasının adamı olmasıdır ve bu duruşundan asla taviz vermemesidir.
Vaktiyle Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde 367 krizi çıkıp ‘sözde değil, özde Atatürkçü’ aday arandığı o netameli günlerde, kendisine, bir gazeteciden ziyade eski bir dostu olarak, aday olup olmayacağını sordum.
Tek başına iktidarda bulunan AK Parti’nin lideri olarak Başbakan’dı ve doğal olarak Cumhurbaşkanlığı onun hakkıydı.
Üstelik bu makamı, hiçbir faninin elinin tersiyle itebileceğini kimse düşünemezdi.
Baş başaydık, herkes (ben de dahil) onun aday olacağını beklerken bana, aday olmayacağını, bu görevde (Başbakanlık) daha yapılacak çok işleri olduğunu söyleyince, ne yalan söyleyeyim kendisine büyük bir hayranlık duymuştum.
Tayyip Erdoğan, herkesin ama herkesin şaşkın bakışları arasında çıkıp dedi ki: “Bizim Cumhurbaşkanı adayımız kardeşim Abdullah Gül’dür”.
Her kaptan içindeki sızar. Abdullah Gül de tıpkı Tayyip Erdoğan gibi herkesi hayret içinde, şaşkınlıkta bırakıp, Kılıçdaroğlu’nun ‘çatı adayı’ formülüne sıcak baktığını söyledi. Meral Akşener yan çizmeseydi kabul de edecekti.
Yani Cumhurbaşkanı adayı olarak, kardeşi Erdoğan’ın karşısına dikilecekti. Buna da ‘ahir zaman kardeşliğinden’ başka ne denebilir ki?
Gül’ün o hırsı geçmemiş olacak ki, bugün de aynı amacı güderek, malum kesimlere şirin görünmek için kendince ‘güzellemeler’ yapıyor.
Bu cümleden olarak, ‘GEZİ’ olayları iyi yönetilemediği için, terör örgütlerinin işe karıştığını ve çeşitli vandallıkların yaşandığını söyledi.
Halbuki GEZİ’cilerin talepleri unutulacak cinsten değildi? Ne yani, iyi yönetim için, 3. köprü, İstanbul Havalimanı inşaatları durdurulacak, Atatürk Kültür Merkezi yıkılmayacak, İstanbul, Ankara, Hatay vali ve emniyet müdürleri görevlerinden alınacak, gaz bombası ve benzeri materyallerin kullanılması yasaklanacaktı, öyle mi?
Bunları kabul eden iktidar da ülkeyi yönettiğini sanacaktı!
Buna göre, ayaklar baş, başlar ayak olacaktı ve bunun adına iyi yönetim denecekti, öyle mi?
Bunun adı iyi yönetimse, yönetimsizlik nasıl oluyor acaba?
Bir de bunu izah buyursalar da istifade etsek.
Galiba onu da Ali Babacan’a bırakmış, baksanıza o da lidersiz parti ve lidersiz ülke yönetimi için kolları sıvamış.
Bize göre ütopya ama inanın biz kendisinin yalancısıyız.
Paylaş