Toptancı reddiyeciler Türkiye’mizde 102 Teknopark’ın tamamına yakının son 20 yılda kurulduğunu da duymamışlardır.
Toptancı reddiyeciler 19 Serbest Bölge ile Türkiye’nin küresel ticarette konum geliştirdiğinin de farkında değildirler.
İşte bu 3 sayı ve sadece TeknoFest organizasyonunun geldiği nokta ‘profesyonel cenaze evi ağlayıcısı’ gibi davrananların ne denli haksız saldırgan olduklarını ortaya koymaktadır.
Recep Tayyip Erdoğan döneminde Türkiye birçok başarıda örnek bir durumu, ilk olmayı yaşamıştır.
Polonya, Varşova’da daha büyük bir havalimanı inşa edene kadar İstanbul Havalimanı Avrupa’nın tartışmasız en büyüğüdür.
‘Milli Yeterlilik’, yerli malı haftasında mandalina ve elma düzeyinde yapılan müsamereden kurtarılmış, insansız hava aracı, milli savaş uçağı gemisi, yerli otomobil, milli motor, elektrikli traktör konumuna yükselmiştir.
Türk müteahhitleri dünyanın en büyük ilk 250 şirket içinde tam 44 adetle yer almış, Türkiye 2. duruma gelmiştir. Bu müteahhitler arkalarında hükümet gücü, siyasi ve diplomatik kolaylaştırma, başta Eximbank olmak üzere finansal destek olmasa, bizzat Recep Tayyip Erdoğan’ın talepkâr takibi bulunmasa, o noktaya mı geleceklerdi?
Recep Tayyip Erdoğan
Önyargı arınması ifade olarak yazması kolaydır da gerçekte yapılabilmesi çok zordur. Tarih ve olayları bilmek, vicdan ile muhasebeleştirmek ve gelecek hakkında öngörü sahibi olmak şarttır. Bunlardan herhangi birinin eksikliği formülü bozar, kişinin yaklaşımını eksik ve dengesiz hale getirir.
Recep Tayyip Erdoğan’dan, SSK Müdürü Kemal Kılıçdaroğlu’ndan batak devralınmış sosyal güvenlik sistemini Norveç düzeyinde maaş dağıtır hale getirmesini beklemek ne denli gerçekçidir?
Memlekette 38 yaşında insanı emekli eden siyasi sorumluluk, bu yaşta emekli olmayı içine sindiren ahlaki zaaf çokça bulundukça kim, neyi, nasıl düzeltebilecektir? Emeklilikte yaşa takılanlar diye ifadelendirilen durumun Hazine’ye yükü ortada iken, emekliler maaşlarının azalmasından şikâyette ne denli haklı iseler, erkenden oluşan haksız yüklere de karşı çıkmamakla çıkan sonuca baştan razı olmaktadırlar.
SGK’nın 2023 yılında yaklaşık 60 milyar, 2024’te yaklaşık 114 milyar TL açık verdiği, vereceğini söylersek, düşük maaşlarla dahi durumun vahameti belki anlaşılacaktır.
Niye bu açıklamayı yazdım?
Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’nin bekası ve geleceği için önemini ve yaptıklarını yazıyorum. İç siyaset ve ekonomiden bağımsız bir değerlendirme sürdürüyorum. Bu yazdıklarımın içeriğinde anlatılanları, aynı şekilde yapabilecek 2. bir siyasi kimlik var mı etrafta? Onu söyleyiniz... Yok!
Vakti zamanında Türkiye’nin kendince ‘ oyun kurduğu ‘ ve ittifaklar meydana getirdiği anlatılır ve bununla gurur duyulurdu. 1934’de Atina’da Türkiye, Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya arasında Balkan Antantı imzalanmıştı. Türkiye, İran ve Irak arasında 1935’te Sadabat Paktı’nın neden Cenevre’de imzalandığı hiç tartışılmazdı. Fransa, İngiltere, Yunanistan vs gibi ülkelerle birçok ‘saldırmazlık’, ‘dostluk’ gibi anlaşmalar kaleme alınmıştı.
İkili veya çoklu ilişkilerde Türkiye geçmişe kıyaslanamayacak derecede büyük diplomatik beceriler sergilemektedir. Sadece 2017’de BM Genel Kurul’unda İsrail’e karşı alınan oylama başarısı (Kudüs’te diplomatik misyon kurulmaması ) bir göstergedir. Veya BM Güvenlik Konseyi’ne Türkiye geçici üye olmayı seçilerek başarabilmiştir.
Milliyetçi Hareket Partisi’nin 1997 yılında kurucu ve karizmatik lideri Alparslan Türkeş’in vefatı sonrasında Genel Başkanı olan Devlet Bahçeli’nin sorumlu devlet adamı bilgeliği bu ‘yeniden birleşme’ ve ittifakın temel gücü oldu.
Zaten Ekim 1991’de genel seçimlere o zaman Necmettin Erbakan liderliğindeki Refah Partisi, MHP ve IDP (Aykut Edibali -Islahatçı Demokrasi Partisi / sonradan Millet Partisi) ittifakı olarak RP çatısı altında girmişler, baraj riskini bertaraf etmişlerdi. Kaldı ki 1980 darbesi olduğunda MHP Genel İdare Kurulu’nun en saygın kişilerinden biri, partinin ideoloğu olarak bilinen kişisi (yakından da tanıdığım) Seyyid Ahmet Arvasi idi. Arvasi ve MHP ‘Türk İslam Ülküsü’ yolunu dava olarak benimsemişlerdi.
Kısacası ‘milli’ olan görüş ve ‘milliyetçi’ olan hareket esasında ortaklık edebilecek, bütünleşebilecek bir maziye, inanca ve ortak siyasi geçmişe de sahiptiler.
Ne mutlu ki Recep Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli, Türkiye’nin yarını ve ‘kendi’ olabilmesi için bu ‘yeniden inşası’nı birlikte yapmak iradesini ahenk içinde yürütmeye devam ediyorlar.
İçeride sağlanan bu ‘milli ahenk’, dünyanın en geniş coğrafyasına hükmeden Rusya Federasyonu ile olan ilişkilerde de faydalı yansımalara dönüştü, dönüşüyor. Yıllarca Kızıl Elma ve Turan ideali peşinde koşan Sultan Galiyev, Enver Paşa gibi dava insanlarının ‘hayali’ ilk kez sonuca yaklaşmakta. ‘Dilde, fikirde, işte birlik!’ diye bir yön ortaya koyan, 1907’de Rusya’da ‘İttifak-ı Müslimin’ birliğini kuran İsmail Gaspıralı bugün Recep Tayyip Erdoğan-Devlet Bahçeli birlikteliğinin gücü, Erdoğan’ın görünen ve görünmeyen etki alanı ile Türk Devletleri Teşkilatı’nın kurulması ve ortak alfabe ile başlayan sürecin açılmasını sağlamıştır.
Anadolu’nun İslamlaştırılmasında Muhyiddin İbn-ül Arabi ve Ertuğrul Gazi’nin manevi birlikteliği bugün de şekil değiştirerek devam etmektedir. Putin Rusya’sı, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği döneminden farklı olarak Türk Dünyası’nın bütünleşmesinden rekabet ve düşmanlık endişesini kaldırmış, işbirliği ve dostluk potansiyelini kabullenmiştir. Avrupa Birliği içindeki Macaristan’ın Viktor Orban ile bu Türk dünyasının içinde bir asli unsur olarak yer alması ve Turan Kurultaylarına ev sahipliği yapması da yine bu son 20 yılda gerçekleşen vâkıâlardır.
Recep Tayyip Erdoğan, kenetlenmiş ve alfabe birliğinden dil birliğine, ortak para ve (yatırım finansmanı için) Türk Fonu kurmaya geçişi çalışan Türk dünyasına da samimi şekilde ‘ağabeylik’ etmektedir. Devlet Bahçeli, Türkçülükle övünen tüm ülkücülere bu ‘hediyeyi’ sağlayan en büyük ülkücü olarak kayda geçmiştir.
Kırgızistan -Türkiye Manas,
Bugün, Suriyeli sığınmacılar nedeniyle yaşanılan tartışmaları demografik olarak doğabilecek potansiyel durum ve entegrasyonun yetersizliği haricinde ‘siyasi polemik’ sınıfına sokabiliriz.
Zira bu toprakların ‘zor duruma düşen, düşürülen insanlığa’ tarih boyunca kucak açtığı aşikârdır. Daha önce ifade ettiğimizi tekrarlayalım:
“Türkler, ayrıca ellerinde tutup egemen oldukları topraklarda soyuna sopuna, dinine inancına bakmadan engizisyondan kaçan Seferad Yahudilerine, Rus mezaliminden kaçan Çerkes ve Kafkas halklarına, Saddam’ın kimyasal bombasından kurtulan Kürtler’e ve birçoğuna sorgusuz sualsiz kucağını açmış yüce bir millettir.”
‘Yahudi milleti’ bir çok defa Osmanlı topraklarına sığınmak zorunda kalmıştır, her defasında kabul’ ile karşılaşmıştır. Örneğin 1376’da Macaristan’dan, 1394’te Fransa’dan, 15. yüzyılın başında Sicilya’dan,1420’de Venedik’ten ve 1470’te Bavyera’dan kovulan veya kaçan Yahudiler gibi...
Diğer yandan Rıfat Bali adlı yazar aksini ifade etse dahi Türk Dışişleri’nin (kısmen) övündüğü önemli faaliyetlerinden biri 2. Dünya Savaşı yıllarında bazı konsolosluk veya elçilik görevlilerinin Türkiye Cumhuriyeti kimliği vererek Avrupalı Yahudileri kurtarmasıdır. Bu kişilerden önde gelenler Necdet Kent (oğlu daha sonra küresel Coca Cola başkanı olan Muhtar Kent), Behiç Erkin, Selahattin Ülkümen ve Namık Kemal Yolga’dır.
Bu kurtarmalardan bazılarında bölgesel olarak da olsa ‘demografik değişimler‘ yaşanmış, Türkiye’de İstanbul, İzmir, Edirne ve (Selanik’te) bazı yerler ‘Yahudi mahallesi’ olarak tarihte yer almıştır. İstanbul’da Balat, İzmir’de Kemeraltı buna örnektir.
Bir de İsmet İnönü döneminde Romanya’dan Struma vapuru ile kaçan yaklaşık 800 Yahudi yolcunun Almanlarca katledilmesine ‘izin veren’ bir anlayış vardır. Gerçi, ‘özel’ ve ‘güçlü’ o dönemde de ‘işini görebilmiştir’. Vehbi Koç’un araya girmesi ile İçişleri Bakanı Faik Öztrak ve İstanbul Emniyet Müdürü İhsan Sabri Çağlayangil’in destekleriyle Standart Oil Romanya Müdürü Martin Segal vapurdan indirilmiştir.
Burada sayılanların hiçbiri
Ancak, ‘döneminde bugün ‘ liyakatsız’ diye eleştiri yağmuruna tutulanların (salt partizanlıkla atanmış olanlar hariç) tamamına yakının söylenilenin tam tersine ‘ehil’ ve ‘bilgili’ oldukları kesindir.
2002 Kasım’ında Recep Tayyip Erdoğan siyasi yasaklı olarak TBMM’ye girememişken partisi iktidara geldi. Hatırlayınız Türkiye bu ‘kaotik’ ve demokrasi açısından trajikomik olayı yaşadı. Irak’a müdahale edecek olan ABD’nin ‘uzantılarının’ dahi bu ‘komedi’ içinde muhtemel elleri vardı.
Devlet, tepeden tırnağa 1935-45 arası doğumlu olanların, yani karakter ve kişilikleri 2. Dünya Savaşı ve ‘İsmet İnönü’ döneminde oluşanların kontrolünde idi. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nu hatırlamanız, o günkü devletteki ‘prototip’ kafayı anlamanız için yeter de artar bile.
Bir de ‘yargı ve güvenlik’ başta olmak üzere devlete ‘sızmış’, boş bulduklarını sandıkları andan itibaren de azgınlaşmış FETÖ kadrolarının nerelerde neler yaptıklarını tekrar gözünüzün önünden geçiriniz.
Yıllarca, DPT’de dahi bulunan nitelikli memleket sever kadroların (Turgut Özal, Korkut Özal, Mehmet Keçeciler, Cevat Ayhan, Recai Kutan, Hasan Celal Güzel, Yusuf Özal, Ekrem Pakdemirli, Hüsnü Doğan gibi) ‘takunyalı’ olarak yaftalandıkları, ‘badem bıyık’ diye hor görülenlerin devlet katında yer bulmakta zorlandığını unutmayınız.
İşte Recep Tayyip Erdoğan döneminde, ‘İnönü artıkları’ yaş haddiyle, FETÖ iltisaklıları da yargı ile devletten uzaklaştırıldı.
Türkiye artık devlette millileşmiş kadrolarla, milletiyle bütünleşmiş kafalarla yönetilmektedir.
Bugünkü Bakanlara bakınız; örneğin
İnşaatlarda görünmeyen işlemler, ön hazırlıklar ve idari süreçler vardır; projeler, yapı inşaat izni vb. Ertesinde ise ‘meşakkatin’ en büyüğü yine en az görünen veya hiç görünmeyen kısımdadır; hafriyat ve temel. Zemin gözüktükten sonrası daha kolay ilerler.
Sosyal, siyasal ‘inşaat’ ile yapı inşaatının da benzerlikleri bu açıkladığım kapsamda çoktur. İyi proje, detaylı düşünülmüş ve en mantıklı, en akılcı çözümler yerleştirilmiş olandır. En sağlam yapı, temelinden itibaren doğru ve yeterli malzeme, iyi teknik uygulama ile yapılandır.
Bir siyasi hareket, bir iktidar, bir hükümet veya bir devlet için de bu ‘inşaat’ açıklaması geçerlidir.
Erdoğan, pek tabii dünya lideridir. Çünkü, Türkiye Cumhuriyeti’nin ‘altyapısını’ dönüştürdüğü gibi, birçok ülke liderine de öğretici olarak benzer dönüşümleri tetiklemiştir.
Altyapı denildiğinde bazı ‘aklıevveller’ sadece su- kanalizasyon düzeyinde algılamakta, inatla altyapının ne demek olduğunu anlamamaktadırlar.
Tersten başlayalım; bu memlekette, uzun süre ‘içindekiler’ yeterince milli olmadığı gibi, MİT’in Ankara ve İstanbul’daki binaları dahi köhne, çağdışı çalışma ortamı bulunan, dağınık, güvenlik zaafı bulunan yapılardı. Bugün, Ankara’da Kale, İstanbul’da Maslak’ta bulunan ana hizmet binalarının ‘kudretli’ bir ülkeye yakışan hali gurur vericidir.
Demokrat Parti’ye karşı yapılan 60 darbesinde Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı’nın Cumhurbaşkanı’nı ‘derdest’ ettiği günü düşünün; ne tuhaftı! Ve dahası, Ankara’da Bakanlıklar denen bölgede yan yana sıralanmış, yetersiz, 2. Dünya Savaşı yıllarından kalma derme çatma binalarda devlet yönetilmeye çalışılıyordu. Bu binaların ortasında, yanında ve etrafında ise Genelkurmay ile (deniz olmayan Ankara’da) Deniz Kuvvetleri dahil kuvvet komutanlıkları sıralanmaktaydı. Bu ‘sembolik’ olarak da bir içe dönük ‘kuvvet’ gösterisinin şahikasıydı. Şimdi bu binalar da çağa uygun, monoblok yapılarda, tam güvenli şekilde yeni ‘askeri kampüslerde’ toplanmaktadır.
Şehir Hastaneleri ‘şehir dışında’ diye bağrışanlar, şehirlerin ne denli genişlediğini, ulaşım imkânları ile durumun sorunsuz bir hale geldiğini dahi görmemek için her şeyi yapıyorlar.
Küreselleşmenin ve iletişim ağlarının getirdiği tahribat, ‘tekilleştirme’ , ‘benzeştirme’ ve hatta ‘aynılaştırma’ çabalarının geldiği insanlığa aykırı karmaşa ortadadır. Birbirine benzeyen şekilde ‘olmaya’ çalışan, cerrahi operasyonlarla aynı tipe kavuşan, cinsiyetsizleştirme ve bayağılaştırma saldırısı altındaki insanlığa, geniş bir coğrafyada milli, manevi değer aktarmaya çalışan bir bakış açısı ve lideri... Zorluk derecesine bakın!
Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğindeki Türkiye’nin kültürel etki alanı üretme ve genişletme konusundaki somut ve net bir sonucuna dikkat çekelim; Türk müziği ve dizi sektörü küresel oyuncu olmuştur. Pek tabii, rahmetli Özal ile başlayan özel televizyon sürecinin en son noktası bu olmakla beraber çeşitli bakanlıklar ve ticaret odalarının (İTO) daimi desteği bu sektörlerin gücünü geliştirmiştir.
Bugün Recep Tayyip Erdoğan, Türk turizmi, Türk dizileri, Türk mutfağı evrensel bilinirliği ve marka gücü olan konumdadırlar.
Türkiye’nin kültürel etki alanı genişlemese daha 1990’larda pembe dizi satın aldığımız Latin Amerika ülkelerinde (Brezilya ve Arjantin) Türk dizileri izlenmez, ABD’nin burnunun dibinde Türkiye sempatisi oluşan milletler oluşmazdı.
Düne kadar AB ülkelerinden bazılarına mahkûm ve ucuz şekilde satılarak hayat bulan Türk turizmi, bu kültürel etki alanının pazarlamaya etkileri olmasa bugün ne ziyaretçi, ne kişi başı harcama ve ne de milliyet sayısı açısından artış gösteremezdi.
Türkiye’nin bu son dönemde Afrika ile tesirli diplomatik ilişki geliştirmesi, diplomatik misyon varlığını arttırması, Afrikalı öğrencilere de kapıları açmasının bugün ve dahası yarınlarda nasıl bir büyük gücün işareti olduğu ortadadır.
Dijital emperyalizmin dijital köleler meydana getirmeye çalıştığı bu çağda, Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde Türkiye, adeta ‘uyuyan’ TRT’yi de ayrı bir etki gücü merkezine dönüştürme yolunda önemli aşamalar kat etmiştir. TRT World henüz bir BBC gibi olamamışsa da TRT Arabi izlenen ve ciddiye alınan bir konuma yükselmiştir.
TİKA eliyle ecdadın tarihi varlık izleri yeniden restore edilmiş, bir çok ülkede insanlığa bırakılan Türk mirası yeniden ‘var’ kılınmış, Türk izleri ölümsüzleştirilmiştir.
Recep Tayyip Erdoğan ‘zihinsel dönüşümün’ birkaç farklı alanda da lideridir. Ve bu dönüşümlerden her biri onu tarihte kalıcı şekilde var edecektir.
Düşünsenize, ‘Milli Görüş’ fikrinin önderi Prof. Dr. Necmettin Erbakan, Süleyman Demirel hükümeti döneminde, Başkan seçildiği TOBB’dan çilingir ve polis marifetiyle çıkartılmıştır. Erbakan’ın kurduğu Milli Nizam Partisi kapatılmış, kendisi yurtdışına bir anlamda sürgün edilmiştir. Hocanın daha sonra kurduğu Milli Selamet, Refah, Fazilet Partileri kapatılmış, hükümeti yıkılmış, Saadet Partisi öncesinde kendisi siyasi yasaklı hale getirilmiştir.
Oysa Recep Tayyip Erdoğan, aynı badirelerden geçmesine, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’ndan alınıp Pınarhisar’da hapse konulmasına rağmen, kurduğu AK Parti ile iktidara gelmiş, siyasi yasağından kurtulmuş, önce Başbakan ve sonra halk oyuyla seçilen ilk Cumhurbaşkanı ve Başkan olmuştur. Dönemin ‘mütekebbir’ ve ‘hadsiz’ MGK’sında Necmettin Erbakan’a olmadık eziyetler yapılırken, Recep Tayyip Erdoğan buna benzer hiçbir duruma imkân ve zemin vermemiştir.
Nisan 2007’de Genelkurmay’ın e-Muhtıra’sını aynı anda en sert şekilde cevaplayan ve o muhtıracı kadroları hızla tasfiye eden, itibarlarını olması gereken düzeye ‘çeken’ de Erdoğan’dır.
Erdoğan’ın AK Partisi’nin kapatılması için açılan dava da Temmuz 2008’de ‘kapatmama’ ile sonuçlanmıştır. Erdoğan, baskı ve zulüm ile siyasi partilerin kapatılamayacağını artık kabul edilen bir gerçeğe dönüştürmüş; eziyet ve zulmeden vesayetçilerin çöplükte yer bulacağını göstere göstere kaç kez ortaya koymuştur.
Bu, siyasal güvence alanında en köklü zihinsel dönüşümdür. Bugün, Erdoğan’ın sayesinde 30’lu yaşlar ve altındaki hiçbir kimse bu ve benzer partilerin kapatılabileceğiyle ilgili bir hayal sahibi dahi değildir.
Ayrıca, Erdoğan döneminde ikinci zihinsel dönüşüm siyasal ‘üremede’ olmuştur.