Paylaş
Mumcu, araştırmacı gazeteciliğin en önde gelen isimlerinden biridir. Yazılarından oluşanlar da dahil olmak üzere 31 kitabının her biri araştırmacı gazeteciliğin örnekleriyle doludur.
Uğur Mumcu, yılmak bilmeyen araştırmacılığıyla oluşturduğu, her biri Türkiye’yi sarsan dosyaları nedeniyle karanlık güçlerin hedefi haline geldiğini biliyordu.
Cumhuriyet’ten görüş ayrılığı nedeniyle ayrılmış, Milliyet’e geçmişti. 1992 yılının başlarıydı. Milliyet’in Ankara bürosunda zaman zaman sohbet ederdik.
Aldığı tehditlerden devlet de haberdardı. O günlerde, “Beni kurşunla değil, bombayla ortadan kaldırmaya çalışırlar. Silah taşıdığımı ve çelik yelek giydiğimi biliyorlar” derdi. Nitekim de öyle oldu...
Koşulları analiz etmiş ve nasıl öldürüleceğini bile doğru tahmin etmişti.
Devletin kendini gerektiği gibi koruyamayacağını veya korumayacağını düşündüğü için, kendi çapında önlemlerini alıyordu. Silah taşıyordu, zaman zaman çelik yelek giyiyordu ama bu, menfur suikasttan kurtulmasını sağlamadı. Devlet de onu koruyamadı veya korumadı.
NAMUS BORCU
Uğur Mumcu, 24 Ocak 1993 günü öldürüldüğünde Başbakan Süleyman Demirel, Başbakan Yardımcıs Erdal İnönü, İçişleri Bakanı İsmet Sezgin’di...
Rahmetli İsmet Sezgin, bizlere “Uğur Mumcu suikastının aydınlatılması devletin namus borcudur” demişti. Bu sözü manşetlerde yer aldı.
Aradan 24 yıl geçti...
Devlet henüz bu suikastı aydınlatmış, namus borcunu ödemiş değil...
Türkiye’yi darbelere, karanlıklara sürükleyen birçok siyasi suikast gibi Uğur Mumcu suikastı da hâlâ karanlıkta...
İKİ TEHLİKE
Uğur Mumcu ileriyi görebilen bir gazeteci-yazardı.
Türkiye’yi bekleyen iki tehlikenin, ayrılıkçı terör ve radikal İslamcı hareketler olduğunu her fırsatta yazar, her konuşmasında söylerdi.
Bu iki konuda yaptığı araştırmalara ilişkin kitapları ne kadar ileri görüşlü olduğunun kanıtlarıdır.
Bu iki tehlike konusunda, Rabıta (1987), Tarikat-Siyaset-Ticaret (1988), Kürt-İslam Ayaklanması (1991) ve Kürt dosyası (1993) isimli kitapları, bugün de mutlaka okunması gereken kitaplardır.
Türkiye, Mumcu’nun o günlerden görüp uyardığı tehlikeli süreçlerden ağır bedeller ödeyerek geçiyor.
Mumcu o günlerde Kürt sorunu ile PKK terörünün birbirinden ayrılması gerektiğini savunur, terör örgütünün dış bağlantı ve desteklerine dikkat çeker, gizli servislerle ilişkilerini araştırırdı. PKK terörünün bugün, Türkiye’nin bekasını tehdit eder boyuta ulaştığı sır değil.
Keza ikinci uyarısı da öyle...
Daha o yıllarda, özellikle 12 Eylül 1980’den sonra Türkiye’de laik yapının geriletildiği, devlet kadrolarının cemaatler eliyle radikal İslamcıların eline geçmeye başladığı konusunda uyarırdı. Cemaat yapılanmalarının devlet kadrolarına yerleştirmek üzere çocukları hukuk fakültelerine, askeri okullara, polis okullarına gönderdiğini; ileride bunların hâkim, savcı, general, emniyet müdürü olacaklarını ve devlete karşı isyan edeceklerini de söyler ve yazardı.
Nitekim öyle oldu...
Polis teşkilatına, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne, yargıya, mülki idareye giren ve orada örgütlenenler, demokratik-laik Türkiye Cumhuriyeti’ni ortadan kaldırmaya kalkıştılar.
15 Temmuz 2016 günü Türkiye, FETÖ’cü kanlı bir darbe girişimiyle karşılaştı...
Uğur Mumcu’nun dikkat çektiği iki tehlike de yaşandı...
Bu nedenle hangi görüşten olursa olsun gençlerin, özellikle genç meslektaşlarımızın Uğur Mumcu’nun kitaplarını okuması büyük önem taşıyor.
O karlı pazar günü, Karlı Sokak’ta gördüğümüz uğursuz manzarayı unutmak mümkün değil...
Rahmet ve saygıyla anıyorum...
Paylaş