Paylaş
Milliyet’ten Hürriyet’e geçişim olağanüstü bir döneme denk geldi. Kanlı bir darbe girişiminin ardından yüz yüze geldiğimiz can alıcı sorunlar yumağı içinde, kendimden, medyadan, Milliyet’ten, Hürriyet’ten söz açıp sohbet ederek sizleri meşgul etmeye hakkım olmadığını düşünüyorum.
Şu kadarını söylemekle yetineyim; Türkiye’nin en köklü, en önemli, en etkin gazetelerinden biri olan Milliyet’te muhabirlikten başlayarak genel yayın yönetmenliğine kadar her aşamasında, büyük bir sevgi, şevk ve onurla, aralıksız 30 yıl görev yaptıktan sonra, basınımıza her zaman öncülük etmiş, en büyük ve en etkili gazetelerin başında gelen Hürriyet’te sizlerle buluşmaktan mutluyum.
25 yıl birlikte çalıştığım Doğan ailesine ve grubuna yabancı olmadığım gibi Hürriyet okurlarına da yabancı sayılmam. Hürriyet’te de Milliyet’teki gibi büyük bir sevgi ve şevkle, her zaman onur duyarak çalışacağımdan kuşkum yok.
Bu duygu ve düşüncelerimi paylaştıktan sonra, Hürriyet’teki bu ilk yazımda gündemdeki sorunlara ilişkin görüşlerimi paylaşmak istiyorum.
DÜŞMAN ASKERİNDEN BETER
Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içinde yuvalanmış ve terör örgütü olduğu en yetkili kişi ve kurumlarca da belirtilen Fetullah Gülen’e bağlı bir grup askerin giriştiği vahşi ve kanlı darbe girişimi, Türkiye’nin nasıl bir risk altında olduğunu çarpıcı biçimde gösterdi.
Bu terörist grubun 15 Temmuz gecesi yaptıkları, düşman askerinin bile yapmayacağı derecede aşağılık; insanlıkla, dinle, imanla hiç ilgisi olmayan canice saldırılardı. Cumhurbaşkanı’nın canına kastetmek, komutanların başına silah dayayıp derdest etmek, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni, Milli İstihbarat Teşkilatı’nı, Ankara Emniyet Müdürlüğü’nü bombalamak, Genelkurmay Başkanlığı’na tankla gelip baskın yapmak ancak bir savaşta düşman ordusunun aklına gelebilecek eylemlerdir.
Hele sivil halkın üzerine tankla, helikopterle, makineli tüfeklerle ateş açıp katliama girişmek işgal ordusunun bile yapmayacağı bir adilikti.
Bu teröristlere bırakın Türk subayı, Türk savaş pilotu, Türk askeri demek, insan demek bile zordur.
15 Temmuz; darbeye göğsünü tanklar ve kurşunlara siper ederek demokrasiyi koruyan Türk halkı, demokrasi uğruna şehit olanlar ve aileleri, darbenin karşısına korkusuzca dikilen Cumhurbaşkanı, Başbakan ve muhalefet liderleri ile siyasi partiler, keza aynı cesaret ve kararlılıkla darbeye karşı duran ve darbecilerin oyununu bozan Türk basını için tarihe gurur günü olarak geçecektir. 15 Temmuz’un utancı ise darbeci teröristlerin olacaktır.
BEKA SORUNU VE İKİ PARALEL DEVLET
15 Temmuz’da atlattığımız badire herkesin şapkasını önüne koyup düşünmesini gerektirecek boyuttaydı. Türkiye Cumhuriyeti’nin karşılaştığı sorun bir beka sorunudur.
Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulduğundan beri ve özellikle son 40 yıldır, iki yönden saldırı altındadır.
Saldırılardan biri Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter yapısına, ulusal birliğine ve toprak bütünlüğünedir.
Ciddi boyutta dış destekle 40 yıla yakın süredir saldıran PKK terör örgütünün amacı Türkiye Cumhuriyeti’ni parçalamak ve Güneydoğu coğrafyasını içine alacak şekilde bağımsız bir devlet kurmaktır. Bu amaçla kanlı terör saldırılarını şehir savaşlarına vardıracak kadar ileri bir aşamaya kadar taşımış ve belediyeler eliyle ‘paralel bir devlet’ yapısına yönelmiş durumdadır.
İkinci saldırı ise Türkiye Cumhuriyeti’nin laik yapısınadır. 40 yıldır yine ciddi dış destekle, gizli ve sinsi biçimde devlet içinde ve toplumda örgütlenen ve laik rejimi değiştirip din devleti kurmayı amaçlayan gerici hareket TSK içinde darbe girişiminde bulunacak kadar güç kazanmıştır. Sadece TSK’da değil, emniyette, eğitimde, yargıda, birçok önemli kurumda ‘paralel devlet’ oluşturmuş ve silahlı kalkışmada bulunarak Türkiye Cumhuriyeti devletini yıkmaya cesaret edebilmiştir.
Artık hiçbir şey 15 Temmuz öncesi gibi olmamalıdır. Yapılması gereken, tüm liderlerin, iktidarıyla muhalefetiyle tüm siyasi partilerin; tüm resmi ve sivil kurumlarda, demokrasiye, Anayasa’ya, Cumhuriyet değerlerine bağlı kalmış, milli niteliğini yitirmemiş kadroların, ‘demokratik, laik, sosyal hukuk devleti’ olan Türkiye Cumhuriyeti’ni büyük bir dayanışma ile koruması ve güçlendirmesi olmalıdır.
Atatürk’ün, dahili bedbahtlardan da söz ederek “Karşılaşmanız muhtemeldir” diye uyardığı karanlık günlerden geçiyoruz.
Gün, Atatürk’ün “En büyük eserim” diyerek emanet ettiği Türkiye Cumhuriyeti’ne sahip çıkma günüdür.
Paylaş