Paylaş
“Figen Hanım bu rezaleti yazmazsanız sizi affetmem, bir daha da yazdığınız tek satırı okumam!”
Gülümsüyorum...
“Zaten” diyorum, “Yılda iki kez yazıyorum. Biri yere göğe koyamayan, biri sizin de dediğiniz gibi ‘Bu ne rezalettir’ diye homurdanan iki yazı. Bir kere daha yazarım yazmasına da, eleştiriler yerine ulaşmıyor anlaşılan. Ki her yıl bu mevsim aynı hengame yaşanıyor...”
“Siz yine de yazın” diyor, “Bakarsınız bir yetkili dikkate alır, bir daha böyle bir rezalet yaşanmaması için bir düzenleme yapar. Bizim elimiz kolumuz bağlı, şikayet mektubu yazıyoruz ama belli ki suya yazıyoruz. Tam beş saattir buradayım, ne bir açıklama var, ne bir çözüm öneriyorlar. Çıldırmak üzereyim. Günah değil mi bize? Boşa harcadığım zamana mı yanayım, harap olan sinirlerime mi, perişan olan yaşlı anneme mi, bilmiyorum. İnsan bir anons yapar, bilgi verir. Yok. Koyun gibi bekliyoruz!”
Dönüp gidiyor.
Derken konuşmamıza kulak misafiri olan genç bir çift yanaşıyor yanıma. Yanlarında biri pusetinde gülücükler dağıtan, diğeri annesinin elini tutmuş mızıldanan iki çocuk. Onlar da beş saattir bekliyorlarmış ama asıl dertleri, bağlantılı yurtdışı seferini kaçırmış olmaları. İşlerinden zar zor izin alıp, babalarının sekseninci yaş gününü kutlamak için Londra’dan gelmişler. Pazar döner, ertesi sabah da işbaşı yaparız, diye düşünmüşler. Uçaklar art arda iptal olup da ortada kalakalınca, ne yapacaklarını şaşırmışlar. Genç adam, “Hadi gel de, bu durumu benim sevimsiz patrona izah et” diyor. “Zaten işyerinde herkes diken üstünde, sırf bu nedenle başıma bir şey gelirse, bunu kim tazmin edecek? Resmi bir yazı almaya uğraşıyorum saatlerdir. Bir kişi bile yok derdimi dinleyen...”
Öfkeli kalabalıkla nasıl baş edeceğini bilmeyen yer görevlisi genç kadın, yüzünde mahçup bir ifade, “Genel merkezden gelecek talimatı bekliyoruz” gibi, kimseye inandırıcı gelmeyen bir şeyler söylüyor alçak sesle. Diğer üç görevli içerideki odada konuşuyor. Dışarı mı çıkmaya yüzleri yok, onlar da işi nasıl çözeceklerini mi bilmiyorlar, anlamak mümkün değil...
DERİN NEFES AL FİGEN
Zaten havaalanına gelmeden böyle bir manzarayla karşılaşmayı bekliyordum. Her Bodrum dönüşü benzer hengameyi yaşamaya o kadar alıştım ki, şaşırtıcı oldu desem, yalan. Sinirlenmemeye, söylenmemeye, tevekkül içerisinde başıma gelecekleri kabule hazır, sırada beklemeye karar veriyorum. “Derin nefes al Figen” diyorum kendi kendime. “Derin nefes al. Yere serilme.” Çocukluğumdan beri yakama yapışan bir illeti bildiğimden derin nefes almaya çalışıyorum.
Ben aynı yerde dikilip uzun süre bekleyemem. Mutlaka hareket etmem gerekir. Etek boyu aldıramam mesela, şak düşer bayılırım. O yüzden de kıpırdamaya, öne yana bir-iki küçük adım atmaya çalışıyorum ama ne mümkün?
Deskin önü Vietnam Savaşı bitip de Saygon düştüğünde Amerikan Elçiliği’nin demir kapısına yapışan işbirlikçi Vietnamlılar’ın oluşturduğu resim gibi. Hiçbir anons yapılmadığından üç uçak dolusu yolcu Milas Havaalanı’nın arkasında sadece bir adet görevli bulunan kontuarına yapışmış. Bir ara gözüm karşımızdaki koca panodaki ‘THY Dünyanın En İyi Havayolu’ ibaresine ilişiyor. ‘Globally Yours!’ diyorum içimden.
Gerçekten bir yanıyla insanın göğsünü kabartan diğer yanıyla tepesini attıran aynı şirket olabilir mi? Uzun uçuşlarda THY’yi tek geçerim. Dünyanın dört bir yanında farklı havayolu şirketleriyle uçtum. Atılımlarıyla THY diğer hepsinin pabucunu dama attı. Binin hele bir Alitalia ya da İberia’ya, görün aradaki farkı. Hele o tanıtımlar! Dünya liginin en iyileriyle yapılan anlaşmalar... Hiçbiri yabana atılamayacak kadar başarılı ama gel gör ki işin bir de bu yanı var. Geçen Pazar çektiğimiz o ıstırap.
Sırada bayılmamayı becerirken, “Durumu hava muhalefetiyle açıklayacaklarına eminim” diye düşünüyorum. Geçen yıl ortalık günlük güneşliyken de aynı dram yaşandığına göre, sorun hava muhalefeti filan değil. Sanırım yılın bu vaktinde hala yaz tarifesi uygulamasından kaynaklanıyor bunun nedeni. Dört-beş uçuş olduğunu öğrenip işinize gelen saate bilet alıyorsunuz. Ama uçakta eğer 20-30 yolcu varsa, yani sefer zararla yapılacaksa uçuş iptal ediliyor. İkinci, üçüncü sefer de iptal edilip ortalık mahşer yerine döndüğünde de iş işten geçiyor. Gecikmeler anlaşılabilir olmaktan çıkıp, işkenceye dönüşüyor.
Bunları düşünürken, İstanbul’dan beklenen uçağın indiği anonsuyla insanların yüzüne ‘çilemiz bitti’ gülümsemesinin yayılması bir oluyor. Nihayet odalarından çıkan görevliler yerlerine dönüyor ve kalabalığa seslenerek uçağa önce iptal edilen seferlerin yolcularının alınacağını duyuruyor. Ortalık yine karışıyor.
Biletini günlerce önce almış, vaktinde alana gelmiş hatta on-line check-in yaptırmış yolcular, bir ağızdan bağırmaya, “dava açmazsam namerdim” diye tehdit savurmaya diye haykırmaya başlıyorlar. Önceki seferin saatlerdir beklemekten perişan yolcuları işlerini bir an önce bitirmenin telaşıyla kontuarın önüne geçmeye çalışıyor. Kimse yerini diğerine vermek istemediğinden itiş kakış başlıyor. Ayağımın dibindeki kafesinde bunalım geçiren Zıpkın, korkup havlamaya başlıyor. Babalar, çocuklarını ezilmesin diye omuzlarına alıyor.
Ama sonra sanırım bir yerlerden bir telefon geldiği için, yeni bir anonsla uçağın asli yolcularının uçmasına karar verildiği duyuruluyor. “Önceki işlemler iptal edilmiştir” deniyor. Bir kargaşa daha... Gece geç gelecek uçağa binmeyi kabul edenlere bedava bilet verileceği müjdeleniyor. Kabul eden birkaç gencin dışında, kimsenin kılı kıpırdamıyor. Zıpkın olmasa ben de çıkacağım. Belli ki bizim sefer de gece yarılarına sarkacak... Başıma geldiği için şerbetliyim, ister misin ben gideyim, alamıyoruz diye köpeği arkada bıraksınlar?
Sonunda uçağa biniyoruz. Şimdiden üç saat geciktik zaten. Tam yerime geliyorum ki başka biri oturuyor. Ona da bana da aynı koltuğu vermişler. Uçakta bir kişilik boş yer yok, biz sekiz-on kişi minibüs yolcusu gibi ayakta kalakalıyoruz. Sinirim boşalıyor gülmeye başlıyorum. Yer görevlileri geliyor, birtakım isimler anons ediyor ve inmelerini söylüyor. Haklı olarak kimse yerinden kıpırdamıyor çünkü neden inmesi gerektiğini anlamıyor. Bir yarım saat de uçağın içinde dikilerek geçiyor.
Sonra birinin aklına business yolcularına teklif yapmak geliyor. “Aradaki koltuklara da yolcu alalım ve size paranızı iade edelim.” İade almak istediklerinden değil ama hem ayakta kalanlara acıdıklarından hem anlaşılamadığı takdirde uçağın içine hapsolacağımız kaygısından kabul ediyorlar. Sonunda kalkıyoruz. Bütün olup biteni anlamadan izleyen ve ortadaki koltuğun açılmasına izin vermeyen yaşlıca bir İngiliz kadın kocasına dönüp, “Dünyanın en iyisi mi, pöh?” babında bir şey söylüyor.
Kahroluyorum. Gel de anlat. Çıtımı çıkaramıyorum.
Değer mi?
Paylaş