Bir arkadaşımın dediği gibi insan eli değmiş bakir doğa. Bağlar, meyve bahçeleri, tarlalar ve imza niyetine kiminin bucağına kiminin kucağına serpiştirilmiş sedir ağaçları... Bir de elbette gelincik kırmızısıyla beneklenen lavanta tarlaları...
Dağların tepeleri köylere etekleri göz alabildiğine uzanıp giden yeşilliğin ortasında kurulmuş çiftliklere ait. Çevredeki hemen her tepede yükselen bu köylerin tarihleri çoğu zaman ortaçağa uzandığı ve o dönemde köy dediğin ahalisi ve arazisiyle birlikte dini bütün bir senyörün malı olduğu için hemen hepsinin en göz alıcı iki binasından biri şato, diğeri kilise... Saat erken, ortalık sessiz. Sessizliği evlerin iç avlularından gelen arya sesi bölüyor. Meydandaki kahvenin sahibi olan aile bir akşam önce içeri taşıdıkları masalarla iskemleleri ağır ağır dışarı çıkarmakla meşgul. Hepsi önlerinde uzayıp giden koca bir gün olduğunu ve akşama kalmadan ayaklarına kara sular ineceğini biliyor. Napolyon’un ektirdiği kestane ağaçlarıyla çevrelenmiş meydanın bir iki saate kalmadan lebalep dolacağını da.
ERKEKLER BURUN KIVIRACAK
Her gün farklı bir köyde kurulan çarşı bugün bu meydanda kurulacak. Birazdan sabah mahmurluğunu henüz üzerinden atamamış meydan kamyonlarıyla gelen peynirciler, balıkçılar, sebzecilerle dolacak. Onları sepetçiler, çömlekçiler, çiçekçiler izleyecek. Kilimciler, sağdan soldan topladıkları eski eşyayı satıp üç kuruş kazanmayı uman çerçiler, eli makas tutan ev kadınları, fırça tutan acemi ressamlar birbiri ardına gelip tezgâhlarının arkasına yerleşecekler. Esnaf yerini alıp da pazar kurulduğunda, çarşı hem köyün hem de komşu köylerin sakinlerini sinek gibi kendine çekecek. Kadınlar çeke çeke arkalarından sürükledikleri tekerlekli torbalarıyla her tezgâhın önünde durup pazarcının tembihlemesine fırsat bırakmadan bir-iki sebzeyi mıncıklayacak, adamlar gözlüklerini burunlarına indirip etiketleri okumaya çalışacak, tezgâhların arasında koşuşturan çocuklardan biri mutlaka düşüp dizini kanatacak ve turistler bu anı kaçırmamak için fotoğraf makinelerine davranacaklar. Öğlene kadar... Kilisenin çanı on ikiyi vurur vurmaz pazarcılar toparlanmaya müşteriler çevredeki lokantalara dağılmaya başlayacak. Öğle yemeği demek, taşrada hayatın durması demek. Saat üçe doğru cibinliklerin güvenliği, taş duvarların serinliği, ağaçların gölgesi terk edilecek yavaş yavaş. Şimdi vakit, koyu bir kahve içip hayata kaldığı yerden başlama vakti. Akşam yemeğinin evde yenmesi âdetten olduğuna göre evin bütün kadınları mutfaktaki yerlerini alacaklar birer birer. Biri komşu köydeki konsere, diğeri arkadaşının açtığı sergiye gitmeyi önerecek. Karar ne olursa olsun gençlerin burun kıvıracağı, erkeklerin alınlarını kırıştırıp mutsuz bir ifade takınacakları kesin. Oturup dünya kupası izlemek varken diye söylenecekleri de...
HEM BENZER, HEM FARKLI
Tıpkı Maremma gibi Luberon’da da üç aşağı beş yukarı böyle geçiyor yaz. Tıpkı Toscana gibi Provence da kıyıların kalabalığından sıkılan İtalyanlarla Fransızların yaz aylarını geçirmek için tercih ettikleri köylerle dolu. Ama dünyanın en güzel denizi olduğuna gönülden inandığım Ege dururken yaz aylarında denize girmek için gidilmez Cote d’Azur’e. Ama bölgedeki bütün köyler hem birbirine benziyor hem birbirinden farklı. Benzerlik hemen hepsinin taş evlerden oluşmuş tepelere kurulmuş çiçekler içinde tarihi köyler olması. Farklılıksa bu köylerde yaşayan insanların hayat tarzlarından. Zamanında Papalık toprakları olan bölgede köyler Protestan ve Katolik köyler olarak ikiye ayrılıyor. Kökeni Fransız ihtilaline kadar uzanan bu ayrım günümüzde Protestan kalan kasabaların daha ciddi Katolik olanların daha hercai bir hayat tarzını benimsemeleri olarak karşımıza çıkıyor.
PICASSO VE SADE’IN KÖYÜ
Menerbes: Dora Maar ve Picasso’nun fırtınalı aşkına tanıklık etmiş vadiye kuşbakışı bakan ev turistlerin ilgi odağı. Bölgenin en sevimli köylerinden Bonnieux ile komşu.
La Coste: Marquis de Sade’ın bugün Pierre Cardin tarafından satın alınan ve Cardin vakfına devredilen şatosunun gelen giden herkesi ihtişamıyla büyülediği, daracık sokakları, birbirine yapışık taş evleri ve Savannah College tarafından işletilen sanat okuluyla ünlü harika bir köy.
Gordes: Bölgenin en zengin köylerinden. En lüks otellerin en yıldızlı lokantaların adresi. Bakımlı bahçeleriyle köyde yer alan evlerin hemen hepsi bir dekorasyon dergisinin sayfasını süslemiş.
Isle sur la Sorgue: Vocluse dağlarından akan derelerin birbirine karışıp kanallar oluşturduğu, ünlü şair Rene Char’ın memleketi. Antika cenneti...
Roussillon: Kırmızı toprağı ve köyün eteklerindeki doğal boya merkezi olan konservatuvarıyla kuşkuşuz bölgenin diğer hiçbir yere benzemeyen tek köyü. Biraz Mars gibi.
BİLİNMESİ GEREKEN BİRKAÇ ADRES
Jardin du Quai : Bahçe içinde sevimli bir lokanta. 91 Rue Julien-Guige l’Isle sur la Sorgue.
La Pasarelle: Antikacı. 5 Avenue des Quatres Otages. L’Isle sur la Sorgue.
Galerie Pascal Laine: İyi bir resim galerisi Menerbes.
Maison Velvert: Makul fiyatına oranla harika bir konaklama adresi. Route de Marseille Bonnieux’de.
Cote Bastide: Tasarım dükkânı. 3 Rue Grand Pre, Lourmarin.