Paylaş
Şimdiki moda muhafazakârlık... İnsan “Tüm başka renklerin yok edildiği bu düşünce ikliminin neresinde duruyorum ben?” diye düşünmeden edemiyor. İsmet Özel’in babasına şapka çıkararak, hepimizin su, ateş, hava ve topraktan ibaret eşref-i mahlukat olduğu hakikatini alnıma yazsam da kendi zevkleri, kendi hazları, kendi doğruları, kendi yanlışları olan bir birey olarak bu topraklardaki yerim nerede?
Bir adada mı yaşamak düştü yoksa payımıza? Bana, benzerime, kardeşime... Şu koca memlekette, şu koca şehirde... Küçük bir adada yaşamak? O da ‘ıssız’ olmak kaydıyla.
BRÜKSEL’DE BİR TADIM
Brüksel’de bir avuç dost, Efes Pilsen’in ithal ettiği Duvel biralarının tadımını yaparken aklıma Erzurum düştü birden. Kesekâğıtlarının içine gizledikleri biraları kafalarına diken ve karla kaplı kaldırımlara tüneyip yarenlik eden gençler geldi gözümün önüne. Usul usul konuşurlarken bizi görmeleriyle nasıl taşkınlık yapmaya başlamış nasıl naralanmışlar, sonra da nasıl ‘utançlarından Emrah’ kesilip kuzu kuzu anlatmışlardı hayatlarını, sıkıntılarını, umutsuzluklarını...
Onlar da tıpkı Brüksel’deki masanın çevresindekiler gibi biracıydılar... Tek farkla: Brüksel’dekiler birayı kültürlerinin bir parçası olarak görüyor, sevdikleri için içiyorlardı. Erzurum’dakilerse başkaldırı gibi...
O gençler karşımdaki yetkilinin anlattıklarını duysalar, ona ‘biranın şampanyası’ denme nedeninin önce fıçıda, ardından şişede üç ay dinlendirilmesi olduğunu dinleseler ne düşünürlerdi? 1872’den beri en iyi birayı üretmek için bir ailenin dört kuşağının hayatlarını nasıl araştırmalara adadığını... Onun ne tür kadehlerle içilmesi gerektiği üzerine de kafa patlattıklarını ve içinde özel kesim bulunan bardaklar tasarladıklarını bilseler...
ANTALYA’DA AHMET ÖRS
Orada kaldığımız süre içerisinde de aklımdan gitmedi o gençler. Bir gün sevgili Ahmet Örs Antalya’da benzer bir manzara ile karşılaştığını anlattıktan sonra “Korkarım bu muhafazakârlık içkiyi değil içki kültürünü yok edecek ve onu yerine koymak çoook uzun yıllar sürecek” demişti. Nasıl haklı. Adı ister bira ister şarap ister rakı ister şu ister bu olsun. İçki, sarhoş olmak, kafa bulmak, başkaldırmak, derdi tasayı unutmak için içilmez. Her şeyden önce ağızla içilir ve her içkinin hakkını vermek ciddi bir bilgi gerektirir. Aracı vardır içkinin, gereci vardır, ritüeli vardır. Tıpkı yemenin, gezmenin, eğlencenin de olduğu gibi. Yaşama kültürü dediğimiz de zaten bu değil mi?
Bu yaşa geldim muktedirlerin hep aynı lafı çiğnediklerine tanık oldum, sakız misali. Örf dediler, gelenek dediler, görenek dediler de yüzyıllardan süzülüp bilgiyle perçinlenen yaşama kültüründen hiç söz etmediler.
Gençleri kesekâğıdına sarılı bira içmeye zorlayan zihniyetin yerleştiği topraklardan hepimiz biliyoruz ki edep çıkmaz, âdâp çıkmaz. Çıksa çıksa hoyratlık çıkar. İçki dediğin de yasaklamakla ortadan kalkmayacağına göre. Daha uzun süre birlikte yaşayacağız demektir bilumum görgüsüzle..
Paylaş