Nişantaşı Haaz’da dünyanın çeşitli yerlerinden nesneler, kitaplar, tasarımlar sergileniyor. Alt katta biraz oyalandım sonra üst kata çıktım. Uçuşan airvase’lerle yapılan enstalasyonu görmemle yerime çakılmam bir oldu
Kelebekler gibi değil mi, diyorum benim gibi şaşkın bakışlarla uçuşan vazolara bakan genç kadına. “Bilmem. Hiç öyle düşünmemiştim. Neden?” diyor. “Nasıl ki uçuşan kelebeklere bakan insanların yüzünde önce hayranlıkla şaşkınlık arası bir ifade belirir, sonra da çocuklara özgü saf bir gülümseme kaplar; bu vazolar da tıpkı kelebekler gibi öyle güzel, öyle hafif öyle biricikler ki bakanların yüzlerinde de benzer bir ifade beliriyor” diyorum. Lafımı noktalamadan merdivenlerden üst kata çıkan ayak seslerini duyuyoruz. Sözleşmiş gibi susuyor ve dikkat kesiliyoruz. Bakalım dediğim gibi mi olacak? Elinde alışveriş torbalarıyla başka bir genç bir kadın beliriyor: Duraklıyor, başını kaldırıp havada süzülen vazolara bakmaya başlıyor. Kaşlarını kaldırıyor, gözlerini açıyor... Ve bingooo! Yüzüne kocaman çocuksu bir gülümseme yayılıyor. Haklıymışsınız, der gibi başını sallıyor öteki. Sonra ikimiz de havaya bakmayı bırakıp masanın üzerindeki vazoları incelemeye başlıyoruz. O andan itibaren teşbih de sohbet de bitiyor. Hangisini alsam telaşı galebe çalıyor.
JAPONLARIN SİHİRLİ DOKUNUŞU
Tokyo’ya gitmeden ilk kez göreceğim şehri çözmeme yardım edecek ipuçlarını biraz olsun edinmek için ülkeyi iyi tanıdığını düşündüğüm Özlem Avcıoğlu’na gitmiş, adresler istemiştim. Özlem şehri bir mimari ve tasarım harikası olarak tanımlıyor ve 35 milyonluk Tokyo’yu neredeyse bina bina biliyordu. O güne dek tanımadığım bugünse en iyiler listemde rahatlıkla sayacağım onlarca mimar ve tasarımcıyı işte estetik duygusu yüksek bu arkadaşım sayesinde tanıdım. Eşiğinden adım attığım her sefer içimden kuşlar havalandıran Sun Plaza’nın bodrum katında, bir bölümü dünya çapında tasarımcıların imzalarını taşıyan ürünlerin sergilendiği, diğer bölümü başını kaşımaya fırsat bulamayan çalışanlarıyla dolu bürosunda, tanıyıp tanıyacağım en dikkatli, en rikkatli, en mütevazı ve kuşkusuz en zevkli insanlardan Murat Patavi ile konuşurken, laf dönüp dolaşmış Japon sanatçılara özgü ‘sihirli dokunuşa’ dayanmıştı. Murat, tasarım denilen şeyin cetvelle çizilen kedi resmi gibi zor zanaat olduğunu söylemişti o gün. Ona göre bir tasarımı biricik ve zamansız kılan tam da buydu.
NE SIKINTI NE KASAVET
Sonra bu iki arkadaş birlikte çalışmaya karar verdiler. Ve Nişantaşı Işık Lisesi’nin tam arkasındaki sokağa taşıdıkları Haaz’da derledikleri nesne, kitap ve keşfettikleri sanatçıların eserlerini sergilemeye başladılar. Uçuşan vazolarla karşılaşmaları da böyle olmuş. Milano’da fuar gezerken karşılarına çıkmış Torafu Architecs üretimi airvase’lar. Hemen Koichi Suzuno ve Shinya Kamuro ile tanışmış ve fuarın gözdesi ikiliyi İstanbul Haaz’a davet etmişler. Ciğerimin söküldüğü bir gün, Amerikan Hastanesi’nden çıkıp nereye gideceğimi bilemeden yürürken, baktım karşımda Haaz. Girdim. Günün o saatinde ne Özlem orada ne Murat. Basit, hafif, iğne oyası ve o meşhur sihirli dokunuşa haiz uçuşan airvase’lerle yapılan enstalasyonu görmemle yerime çakılmam bir oldu. Ne sıkıntı ne kasavet kaldı. Yüzüme aptal bir gülümseme yayıldı.
DİP VE ÖNEMLİ NOTLAR
* Sergi siz okuduğunuzda gitti biri kaldı ikisi hepi topu üç haftalığına. Ve elbet Haaz’da. * Tasarımcılarını anlatmaya kalksam yazıya yer kalmaz. İkisi de genç, fazlasıyla genç... İkisi de Japonya’nın en iyi üniversitelerinden mezun, ikisi de yetenekli. Yaratıcı insanların bu şehrin büyüsüne kapılmaması mümkün mü? İstanbul’dan beslenen bir çalışma yapmak istediklerini söylüyorlar. * Airvase’lar ilk bakışta basit mi basit, kağıdın kesilip biçilmesiyle ortaya çıkan bir ürün gibi duruyor. Ambalajlı hali bardak altlarını, tepsi süslerini andırmıyor değil. Ama ne zaman ki ambalajı açıyor ve tüy kağıdı çözmeye başlıyorsunuz, hayal gücünüz devreye giriyor. Ondan ötesi serbest atış: Eğebilir, bükebilir, uzatıp kısaltabilir ve istediğiniz kullanıma göre şekillendirebilirsiniz.