Paylaş
Dün Cengiz Semercioğlu’nun tüm hızıyla süren Cannes film festivali izlenimlerini okurken yüreğim cız etti. İçimden “şimdi Majestic Otel’in giriş kapısını gören masalarından birine oturup pembe şampanya yudumlarken fiyakalı arabalardan inen ünlülüleri dikizlemek vardı” diye geçmedi desem yalan olur.
Gerçekten de otelin giriş kapısıyla havuzu arasında konuşlanmış öyle beş altı masa vardır ki, asıl festival orada başlar, orada sürer, orada biter..
Genellikle gedikliler tarafından kapatıldığından boş yer bulmak kolay değildir. Ama bulup da oturulduğunda kazanılmış mevzinin en mücbir ihtiyaçları gidermek için bile terk edilmeyeceği kesindir.
Kapıya yanaşan afili arabalardan jet hızıyla inip otele dalan ünlülere bakmaktan insanın boynu tutulur.
Bir yandan bariyerlerin dışına kümelenmiş paparazzilerlerin ışık hızıyla geçen yıldızların kimler olduğu hakkında sizden medet uman soruları, diğer yandan uğruna can verecekleri starları şu fani dünyada bir kez olsun görebilmek umuduyla bekleşen hayranların çığlıkları yüzünden ne sohbet edebilir ne dedikodu yapabilir insan. Sadece bakar. Daha doğrusu bakakalır..
Ve yavaş yavaş Cannes’a ısınır..
Öyle ısınır ki önceleri “Aaa Mariah Carey! Aaa Gerard Depardieu! Bak bak Monica Belluci!” gibi nidalar eşliğinde yanındakine gösterdiği ünlüleri kapı komşusu gibi kanıksar ve ünlem yerini önce virgüle sonra da noktaya bırakır.
Soru işaretinin hakkını yemeyeyim ama. Bence festivalin en trajikomik noktalama işaretidir soru işareti... Kaşların kalkmasına, başların “hayırdır inşallah” diye sallanmasına neden olan bu işaretlerin müsebbibleri ünlü’msülerdir.
Ya kendi ülkelerinde ünlü oldukları halde başka yerde tanınmayan ya da kendinden menkul bir biçimde kendini ünlü sanan bir küme Cannes sokaklarında, plajlarında, partilerinde mebzul miktarda bulunurlar. En kara gözlükleri takan, en kara arabalara binen, en fazla korumayla gezen de onlardır.Uluslararası basında tek bir kare fotoğrafları çıksın diye canlarını verecek oldukları halde paparazzi gördüklerinde sıtmaya tutulmuş gibi titreyenler de onlar...Bilmezler ki flaşlar festival boyunca sıradan vatandaş için bile çakar Cannes’da... İşinin ehli paparazzi ahalisi gelen geçenin fotoğrafını çekip birkaç saat geçmeden çekilenin karşısına dikilir. Ve çektiği o tek kare için istediği meblağ öyle yüksektir ki uçuğun sadece dudakta değil tüm vücutta çıkmasına neden olabilir.
Festivalin en şaşaalı etkinlikleri ise partilerdir. Açıkta duran yatlardan kıyı şeridinde uzanan otellerin teraslarına, kumsalları parsellemiş çadırlardan tepelerde kiralanmış malikânelerin manzaralı bahçelerine kadar akla gelebilecek her köşede hemen her gece bir parti verilir. Davet sahipleri başta festival sponsorları olmak üzere büyük şirketler ya da başta Ruslar olmak üzere yeni zenginlerdir.
Cannes ahalisi festivalde tıpkı Rio’lular gibi kasabayı terk edip gizli adreslerine giderler. Bunların başında Cap d’Antibes gelir. Ve de Cape’taki Eden Roc oteli.
Partilere de gerçi el kol sallayarak girilmez, davetli olmak ya da karaborsaya binen davetiyelerden edinmek gerekir. Başta Eden’dekiler olmak üzere partilere katılabilmek her babayiğidin harcı değildir.
Ama esas partiler işte orada, ne yoldan geçerken görülen ne kapısından el kol sallanarak girilen o mekânlarda yapılır. Esas ünlüler de oraya gider.
Ünlülerle ahbaplık kurmak için ilk yol paraya kıyıp Roc’ta konaklamak, ikinci yol Ali Dinçkök gibi yıllardır orayı mesken tutmuş birinin zaten ahbabı olmaktır.
Bir izlenim yazısının alıp beni götürdüğü yere bakın hele..
Nostaljik Cannes hayallerim kolay kolay peşimi bırakmazdı eğer televizyondaki görüntülere değmeseydi gözüm..
Ne o öyle?
Kar tipi fırtına?
Ooo ne teras kalmıştır, ne kumsal ne güverte..
Kedi ne dermiş erişemediği ciğere?
Bir de Hülya Avşar’ın niye gidip Uma Thurman’la tanışmadığı meselesi var... Niye gitmemiş Avşar kızı Uma’nın yanına? Utangaç olduğundan mı? Ünlülerin başına tebelleş fotoğraf çektirme illetini yaşayarak bildiğinden mi? Yoksa “o yıldızsa ben de yıldızım, gelecekse o benim yanıma gelsin” diye düşündüğünden mi?Bence hepsi olabilir..
Soru işareti?
Paylaş