Paylaş
Hiç leoparların ağaçlara hep aynı yerden tırmanıp indiğini biliyor muydunuz?
Aslanlarınsa ağaçlardan inmeyi beceremediğini, çoğu kez düşüp bir yerlerini incittiklerini?
Hipopotamların cırcır böcekleri
gibi geveze olduğundan haberdar mıydınız peki?
Ya da avlarını öldürmeden yedikleri için kuşlara doğanın en acımasız canlıları dendiğini?
Tutun ki iyi bir belgesel izleyicisiniz ve hepsini bildiniz... Peki ya size Simba desem, Duma desem, Tembo desem... İlkinin aslan, diğerinin çita, ötekinin fil olduğunu düşünmeden söyleyebilir misiniz? Söylersiniz öyle mi?
Hayvan adlarını Swahili dilinde de bildiğinize göre belli ki benim gittiğim yere, Kenya’ya gitmişsiniz...
Ama durun, bitmedi. Bir sorum daha var: Gittiniz, gittiniz de kiminle gittiniz? Bence sorulması gereken asıl soru bu. Bana piyango vurdu: Ben safariye Süha Derbent’le çıktım. Ve olağanüstü bir Sedventure yaşadım...
MACERA TUTKUSUNA KARŞI KOYAMADIM
Tam göçe hazırlanırken geldi teklif. Ev ayağa kalkmış, toplanıyordum ki beni Kenya’ya davet ettiler. Duraksadım. Kenya mı? Ne yalan, içimden, “Yaz gelmiş. Bodrum’a gitmek varken
tutup Kenya’ya gitmek de neyin nesi” diye geçmedi değil.
Kemküm eder, nasıl bir bahane bulsam da nazikçe reddetsem diye düşünürken telefonun ucundaki ses geziye Türkiye’nin uzak ara en iyi, dünyanınsa sayılı vahşi doğa fotoğrafçılarından Süha Derbent ile çıkılacağını, bunun Setur’un Süha ile farklı coğrafyalara yapacağı gezilerin ilki olduğunu, hangi coğrafyaya gidilirse gidilsin kişinin kendini ‘özel’ ve ‘güvende’ hissetmesini ve hepimizde var olan macera tutkusunu ortaya çıkarmayı amaçladıklarını, beş günlük Kenya programının da bu doğrultuda hazırlandığını,o yüzden de şehirlerde oyalanmadan doğrudan Massai Mara bölgesine geçileceğini ve de en önemlisi katılanların ünlü fotoğrafçının rehberliğinde bol bol fotoğraf çekebileceğini söylemesin mi?
O, lafını bitirmeden gözümün önünde antiloplar zıplamaya, zebralar koşuşmaya, gergedanlar homurdanmaya başlamıştı bile. Gel de reddet... Hemen “Evet” dedim tabii. Hem de büyük harfli kocaman bir EVET...
Göç ertelendi, çanta çıkarıldı ve içine dönüşte gözüme Süha’nın roketatar boyutlarındaki fotoğraf makinesinin yanında gergedanın ensesine tüneyen minik kuşlar gibi gözükecek küçük ve becerikli Canon yerleştirildi. Malarya hapımı da aldım, pür heyecan gidiş saatini beklemeye başladım...
Bu benim ilk safarim değil. Daha önce de ehil kişiler rehberliğinde doğanın kusursuzluğuna tanıklık etmişliğim var. Uçsuz bucaksız Afrika düzlüklerinin insanı nasıl afallattığını az çok bilirim. Ama bu farklıydı... Sadece afallamakla kalmadım resmen çarpıldım...
Çoğu kişi gibi ben de safarinin ciplere binip hayvanların
izini sürmek,
‘beş büyükleri’ görmek için
şafak vakti yollara düşmek olduğunu sanırdım.
Değilmiş, safari dünyaya
hayvanın gözünden bakabilmek demekmiş...
Bu gezide işte bunu öğrendim.
Altı buçuk saatlik bir uçuşun ardından sabaha karşı Nairobi’ye vardık. Havaalanına yakın otelimizde geceleyecek ve ertesi sabah küçük
bir uçakla Massai Mara’ya gideceğiz. Büyük ve bakımlı bahçede yenilen
keyifli bir yemeğin ardından da doğruca küçük havaalanına. Nairobi-Massai Mara arası uçuş yaklaşık 50 dakika
sürdü ve pır pır uçağımız 1.500 kilometrekareye yayılmış yemyeşil Massai düzlüğüne indi..
Sarıya kesmiş bir ova beklerken yeşil bir vahayla karşılaşınca şaşırmadım dersem yalan olur... Meğer çok yağmur yağmış bu yıl... Onun için otlar bu kadar uzun, çevre bu kadar yeşil ve yollar bu kadar bozukmuş.
SÜHA ÇEKMİYOR PEKİ NEYİ BEKLİYOR
Hoplaya zıplaya yola koyulduk. Konaklayacağımız lodge’a vardığımızda bizi Hakuna Matata şarkısı söyleyen küçük bir Massai topluluğu karşıladı. İncecik, upuzun, zifir tenli kırmızı giysili anlatılmaz güzellikte insanlar...
Lodge’umuz deli akan Mara nehrinin kıyısında odalarda değil ahşap platformlara kurulu çadırlara konaklanan lüks bir lodge.
Hangimiz nehirde yüzen hipopotamları önce fark etti hatırlamıyorum ama herkesin fotoğraf makinesine saldırıp resim çekmeye başladığı mıh gibi aklımda... Ben bir yandan makineyle uğraşırken göz ucuyla da Süha’ya bakıyordum.
Onun da makinesi elinde, o da hazır ama deklanşöre basmıyor. Durdu, bekledi ve bir an geldi bize dönüp, “Hazırlanın şimdi esneyecek” dedi. Ve ister inanın ister inanmayın tam da o an o koca hayvan koca ağzını açıp uzun uzun esnedi...
İzleyen günlerde hayvanlarla konuştuğuna, başta kediler olmak üzere hepsiyle gizli bir iletişim kurduğuna da tanık olacağım... Ama onu haftaya anlatırım. Fotoğraflara yer kalsın..
Paylaş