Edinburg’u İskoç gibi telaffuz edemeyecekseniz hiç gitmeyin

Önce "Ey" diyeceksiniz. Y’nin üzerine fazla basmadan. Ardından İ’nin noktasını atacak ama I’yı da yutarak genizden bir "dın" sesi çıkaracaksınız.

Sonra işin zor faslı başlıyor. B’yi izleyen O’ya belli belirsiz bir U ekleyecek, sonra rahatlayıp bir oh çekeceksiniz. "Eydınbouğroohh" dediğiniz, diyebildiğiniz anda olmuştur. Şimdi İskoçlarla konuşmaya başlayabilirsiniz. Eydınbouğrooh, yani bizim dildeki adıyla Edinburg, bildiğiniz gibi onların başkentlerinin adı. Gurur abidesi İskoçları, gözbebekleri gibi üzerine titredikleri başkentlerinin adını yalan yanlış söyleyerek kızdırmaya gelmez. Bir de Harvey Nicholson’a "Harvi Nik" der, bir iki de telaffuzu neredeyse imkansız malt viskinin adını zikrederseniz emin olun iş biter. Akan sular durur, publarda rastladığınız yabancılarla, taksi şoförleri ile, kılavuzlarla, garsonlarla, caz festivali için Britanya’nın dört bir yanından gelen gençlerle koyu bir sohbete dalabilirsiniz. Biliyorum çünkü denedim...

Geçen ay Hürriyet Gazetesi’nde Mehmet Yılmaz’ın yazdığı Edinburg güzellemesini okuduğumda, birkaç haftaya kalmadan yolumun kuzeyin bu şahane şehrine düşeceği aklımın ucundan bile geçmezdi.

Kim derdi ki gene bavullar toplanacak ve Bodrum- Edinburg uçulacak?

Sevgili Sibel Asna’nın Halkla İlişkiler şirketinden arayıp Harvey Nicholson İstanbul’un tanıtım gezisine davet ettiklerinde daveti ikiletmeden kabul etmemin nedeni hiç kuşkusuz Sibel Asna’nın ne organize ederse etsin çok iyi etmesi ve Mehmet Yılmaz’ın sözünü ettiğim güzellemesiydi.

Bir de tabii daha önce oraya yolu düşmüş birkaç arkadaşımdan dinlediklerim.

Şimdi, gidip gördükten sonra bütün güzellemelerin bu şehri tanımlamak için yetersiz kaldığını düşünüyorum.

Edinburg, sırtını dağlara dayamış, ayağını denize uzatmış bir şehir. Şehre, yolun iki yanına sıralanan ve her biri önlerindeki bahçe ile insana İngiliz bahçe düzenlemesinin ne denli kusursuz olduğunu bir kez daha hatırlatan, yan yana dizili küçük evlerin arasından geçerek giriyorsunuz. Arada Sağırlar Okulu olarak kullanılan nefis bir şato ve Allah uzun ömür versin ama olur da bir şey olursa şehrin ana meydanına iri bir heykelinin dikileceğinden en ufak kuşku duymadığınız Sean Connery’nin bir zamanlar devam ettiği Sanat Okulu var. Bir de insana "eğer bunlar ağaçsa, bizim diyardakiler başka bir şey olsa gerek" dedirten dev ağaçların gölgelediği yemyeşil parklar...

Merkeze yakın şehrin profili değişiyor.

Gri arduaz çatılı tek kat evlerin yerini isli şömine rengi kesme taşlardan yapılmış, yarısı Ortaçağ ve neo-klasik mimarinin tipik örnekleri olan binalar alıyor.

Tepede gökyüzünü tırmalayan kaleyi ve ona komşu Kraliyet Sarayı’nı da unutmamak gerek. Arnavut kaldırımı döşeli caddeleri alt düzlemde kalan diğer caddelere bağlayan daracık geçitler şehrin alametifarikası. Her yer ama her yer, sardunya ve petunya.

CAZ FESTİVALİ MEŞHUR

Sokaklar, açıldığından beri tek çivi çakılmadığı izlenimi uyandıran viski dükkanları, loş publar, mis kokan tütün satıcıları, küçük sayılabilecek bir şehirde nasıl olup da bu kadar çok olduğunu anlayamadığınız sanat galerileri, müzeler, butikler ve 450 bin nüfuslu şehrin kadın, erkek bütün yaşayanları her gün bir yenisini alsa bile neden bu kadar çok olduğuna akıl sır erdiremediğiniz, vitrinlerinde dize kadar çorap, bilekten bağcıklı ayakkabı, ekose etek, tüylü çanta giydirilmiş erkek mankenler ve mutlaka zadegandan birinin teşekkür mektubunu sergileyen kilt dükkanları ile dolu.

Yollar cıvıl cıvıl.

Kalabalık, gelen geçene muzip bakışlar atan yerliler ve özellikle yılın bu aylarında hem gezip hem de caz dinlemek için yolunu buraya düşüren turistlerden oluşuyor.

Ertesi gün Edinburg Ticaret Odası Başkanı Ron Hewitt’ten Birleşik Krallık’ın bu belki de en güzel şehrine yılda 13 milyon turist geldiğini, gelenlerin yaklaşık 1 milyar dolar bıraktığını, Caz Festivali dışında her yıl tiyatro, edebiyat, sanat festivalleri düzenlendiğini; gene yılın bu aylarında yapılan Miltary Tattoo’nun üç milyonun üzerinde ziyaretçisi ve 350 milyon dolarlık geliriyle Edinburg’luların pek övündükleri bir etkinlik olduğunu öğreneceğim.

Hewitt bize ayrıca Edinburg’un öteki yüzünü de anlatacak.

Glasgow’un İskoçya’nın sanayi, Edinburg’un ise finans merkezi olduğundan söz edecek ve her birimizin gözlerinin fal taşı gibi açılmasına neden olan rakamlar verecek.

Acı acı, İstanbul’da yapılabilecekken yapılamayanları düşünecek, sonunda doktordan, şarkıcıdan, futbolcudan, tatlıcıdan ancak bu kadar olur deyip pes edeceğim.

UNİTİM’İN SIRRI KURUCUSUNDA GİZLİ

Unitim adını ne yalan söyleyeyim, bu geziden önce duymamıştım. Ben ki gazeteleri küçük ilanlarına kadar okurum, ne ekonomi sayfasında ne de "cemiyet haberlerinde" şirketin ve şirket kurucusu Burç Cemiloğlu’nun adına rastladım.

Küçük bir şirket olsa hadi neyse de, eylül ayında Kanyon Alışveriş Merkezi’nde sekiz bin metrekarelik alanda Türkiye’nin en büyük lüks mağazası Harvey Nichols’ı açacak olan ve yıllık ihracatı 60 milyon doları bulan; yıllık sekiz milyon adetlik üretimi, Düzce’de kapalı 20 bin metrekare entegre tesisiyle dev bir firma söz ettiğim. Hiç mi ortaya çıkmaz? Başarısıyla hiç mi cakcaklanmaz? Burç Cemiloğlu’nu tanıdığınız anda onun konuşanlardan değil, çalışanlardan olduğunu anlıyorsunuz.

Harvey Nichols, bir terslik olmazsa eylül sonunda açılacak ve içinde 700’den fazla ünlü markanın satışı yapılacak. Listede Prada’dan Alaia’ya, parfümden marmelada kadar yok yok. Ayrıca Bilenlerin bildiği gibi Londra’nın en afili, tek Michelin yıldızlı füzyon lokantası Hakkasan da, Harvey Nichols ile birlikte huzurlarımızda olacak.

İSKOÇYA NOTLARI

Scotsman Oteli harika. İskoçya’nın en köklü gazetelerinden biri olan Scotsman’ın binası beş yıl önce yeniden düzenlenerek otel haline getirilmiş ve haklı bir ün edinmiş. www.scotsman.com.

İskoçya evet, Cesur Yürekler’in ülkesi ama aynı zamanda bir golf cenneti. Edinburg yakınlarında sayısız golf sahası var.

Malt viski severler için gidilmesi elzem tek ülke. Adını sanını duymadığınız boy boy çeşit çeşit maltlar çikolata kokulusundan islisine her köşe başında.

Bumbarın hallicesi, tadılırken adına yazılmış şiirler okunan, ulusal-onursal-kutsal yemek Haggis’den ve Çin operasından beter, mehteran takımını mumla aratan gayda müziğinden kaçının!
Yazarın Tüm Yazıları