Düşlerinizin peşinden gidin gerisi hikaye

Kimi insanlar vardır hani, tanıştığınızda keşke daha önce tanısaydım dediğiniz. Zeynep Atılgan da benim için onlardan biri. Çok genç, henüz otuzlarında. Olduğundan da genç gösterenlerden üstelik. Ama otuz yıla sığdırdıklarına bakınca...

Haberin Devamı

Quint Essentially gibi sıkı bir firmada genel müdürlük, Türkiye’de ilk kez Garanti Bankası ile başlayan ‘concierge’ servisinin, kan ter gözyaşı pahasına neredeyse tek başına hayata geçirilmesi, pazarlama, seyahat danışmanlığı, şarap uzmanlığı, arada adına Boneval diye afili bir ikinci soyadı eklettiren ve her söyleyişinde gözlerinin içini güldüren evlilik, şu bu... Helal olsun dedirten yığınla başarı, milletin uzun yıllar çalıştıktan sonra zar zor edinebildiği konuma çok genç yaşta varan pırıl pırıl bir iş hayatı.
Ama Zeynep’i sevmemin daha doğrusu beğenmemin nedeni otuz yıla sığıdırdığı bu başarıları değil. Pek çok kişinin rehavete kapılıp ömür boyu küfeden yemeyi göze alarak demir atacağı duraklardan, öğrenecek bir şey kalmadı artık diye geçip gitmesini seviyorum. Yeni yolculuklara çıkma cesaretini, durduğu yerde durmamasını, bıkıp usanmadan aramasını seviyorum. Kendi üzerine, öteki üzerine, hayat üzerine habire soru sormasını bir de... Tahmin edeceğiniz gibi hiperaktif. Tahmin edeceğiniz gibi karmaşık.

Haberin Devamı

Ve canını yakacağını bilse bile sorup sorgulamaktan vazgeçmeyen her insan gibi, kah kendiyle kavgalı, kah kendiyle barışık biri. Onun bu tersyüz halini seviyorum.

OFİSTEN ÇOK EVE BENZİYOR

İşte orası. Dediği gibi görülmeyecek cinsten değil, tentenin üzerinde kocaman Hepsi Hikaye yazıyor. Basamakları inip sokak seviyesinden biraz daha aşağıdaki şirketin(?) merkezin(?) ofisin(?) önünde duruyorum.

Bir işyerinden çok eve benziyor. Önde ham ahşaptan uzun bir masa, arkada tam teşekküllü açık bir mutfak görünüyor. Karşıda rafları tıka basa kitap dolu kütüphanenin önünde duran bilgisayar köşesi de olmasa, buranın bir işyeri olduğunu anlamak için kahin olmak gerek. Duvarları çeşitli yolculuklarında Zeynep’in çektiğini düşündüğüm fotoğraflar ve buradan bakıldığında kimin olduğunu çıkaramadığım renkli tablolar süslüyor. Girişin hemen sağında karşılıklı yerleştirilmiş iki divanı, oturunca kalkmak istemeyeceğiniz rahat koltukları, üzerinde mumlar yanan orta sehpası ile bir oturma odası yer alıyor. Sofra kurulmuş, şarap süzülüp karafa konmuş, iri bir kase salata da hazır. Belli beni bekliyor olmalı. Nerede acep dememe kalmadan arkalardan bir yerden çıkıp geliyor. Sarılıyoruz.

Haberin Devamı

İçeri girer girmez bir ev olarak belki sıradan ama bir iş yeri olarak kesinkes sıradışı bu mekanın neden beni hiç şaşırtmadığını anlıyorum. Burası Zeynep’in yeri değil mi? Böyle olmayıp da nasıl olacaktı yani? Duvarlarda sadece fotoğraf ve resimler yok. Biraz da çocuksu elyazısıyla yazıp sağa sola yapıştırdığı, okul defterinden koparılmış sayfalara benzer sayfalar var. Sonu kocaman soru işaretiyle biten sorularla dolu sayfalar.

Münevver kim? Gürültü içeride mi dışarıda mı? Nereden geldik nereye gidiyoruz? Nereye koşuyorduk sahi? gibi sorular. Cevabı uzun kendi kısa sorular.
Buranın ne tür bir işyeri olduğunu çıkarmak için kütüphaneye yaklaşıyorum. Resim kitaplarıyla sinema kitaplarının sırt sırta verdiği ama asıl yoğunluğu gezi kitaplarının oluşturduğu bir kütüphane bu. Böyle olması da doğal, çünkü yolculuk demek biraz da Zeynep demek ne de olsa. Onun tek başına verdiği danışmanlığı benim diyen seyahat acentesinin vermesi zordur, bu işi öyle iyi bilir.

Haberin Devamı

Geçen yıl tam da bu vakitler birlikte gittğimiz Güney Afrika gezisinde uzun uzun konuşmuştuk. Burayı iki yıl önce kiraladığını, tam olarak ne yapacağına karar veremediğinden şimdilik boş tuttuğunu, ama o günlerde genel müdür olarak çalıştığı iş yerinden ayrılıp kendi yoluna gitmek istediğini anlatmıştı.
Açacağı yerin bir durak olmasını istiyordu. İnsanların gelip birbiriyle tanışabilecekleri, hayallerini, deneyimlerini paylaşabilecekleri bir durak. Yemek de pişirilecekti gerekirse, şarap da tadılacaktı. Uzun edebiyat sohbetlerini, bir yönetmenin filmlerini izleme seansları izleyecekti. Müziğin de peşine düşülecek, resmin de izi sürülecekti.

O MAKUS SORUYU BEN DE SORDUM

Haberin Devamı

Çıt çıkarmadan dinlemiş, sonunda sorulmasından bıktığını duyar duymaz yüzünün aldığı şekilden anladığım o makus soruyu sormuştum: İyiydi hoştu da nasıl olacaktı? Para denilen meret nasıl kazanılacaktı?
Benim de tıpkı diğerleri gibi düzayak olmamdan rahatsız yüzüme bakmış, sorumu bıkkın bir sesle yanıtlamıştı. Hayallerinin peşinden gidenler mi paraya kavuşuyordu yoksa paranın peşinden gidenler mi hayallerine, bilmiyordu. Bildiği bir şey varsa o da birinci şık gerçekleşmese bile insanı mutsuz etmezdi. Kararını vermişti, düşlerinin peşinden gidecekti. Nokta.
Nasıl sevinçli, nasıl mutlu anlatamam. Hepsi Hikaye adı aklına geldiğinde gerisi çorap söküğü gibi gitmiş. Bir platform olsun burası demiş. Seminerler düzenleyelim, birbirini tanımayanlar gelsin burada tanışsın. Felsefe, sanat tarihi, edebiyat, dinler tarihi, müzik ve sinema gibi farklı disiplinlere, aşk, yaratıcılık, cesaret, inanç gibi insanı insan yapan kavramlara, farklı deneyimlere, farklı dönemlere, farklı eserlere, farklı hikayelere dair bir soru sorma platformu olsun burası. Bir kesişme yeri, bir yaşam mutfağı,bir yolculuk dükkanı.
Kolları sıvamış ve ilkini üç gece önce gerçekleştirdiği dört yetkin ismin moderatörlüğünde dört farklı seminerle işe başlamış.
Bir de özel yolculuklar düşlüyor. Öyle kuru kuruya yapılan yolculuklar değil. Bir ülkeye, bir şehre, bir coğrafyaya bir şarabın, bir lezzetin, bir eserin, bir serginin,bir kişinin peşine düşüp yapılacak yolculuklar. Çok başına ya da tek başına. Hem içe hem dışa.
Coşkunun özeti olmaz ya, anlattıklarını da özetlemem imkansız. Yerim de bitti. Onun için meraklısına www.hepsi-hikaye.com adresine göz atsın derim. Zeynep’i tanımanızı gerçekten isterim.

Yazarın Tüm Yazıları