Bunlar hınzır yazılar

Tuhaf bir huyum var.

Yakından tanıyanların ‘Sadece bir mi?’ diye dalga geçeceklerine eminim ama bu onların bile bilmediğini sandığım bir huy.

Kelimelerle ilgili: Konuşurken, dinlerken, düşünürken kullandığım kelimelerle.

Benim kelimelerim tekil değil. Her birinin bir refakatçisi var. Ne zaman biri gelse diğeri başını uzatır, kendini hatırlatır. Anlatması zor. Refakatçi sözcükler genellikle peşlerine takıldıklarıyla belirgin ilişkisi olmayan sözcükler. Birbirlerine benzemeyen ama ayrı durmayı da beceremeyen çiftler gibiler.

İşte ‘Korsan’ da onlardan biri. Çocukluk okumalarının tortusundan mı, adını gözüne denk gelen tek siyah benekten alan köpek yavrusundan mı, çıkmazında böyle bir tat bulduğum için mi neden bilmem, korsan benim için hep hınzırın kan kardeşi oldu.

Geçen hafta yazdığım gibi Ahmet Tulgar’la birlikte Komşu’da yemek yedik. Önce ‘Ne var ne yok’lar. Sonra görüşmediğimiz süre içerisinde olup bitenler derken, laf doğal olarak Ahmet’in yeni kitabına geldi.

Ahmet müthiş utangaçtır ve kendinden söz etmekten hoşlanmaz. Ama yeni kitabının çıktığını biliyorum ya, üsteliyorum. Sonunda dayanamadı, içine neler doldurduğunu bugüne kadar asla çözemediğim o ağır çantasını karıştırıp, içinde mürekkebi kurumamış bir nüsha buldu, imzalayıp verdi... Baktım adı, Korsan Yazılar.

Bunca girizgahtan sonra kitabın adını okur okumaz ne düşündüğümü anlamışsınızdır... Elime alır almaz, ne arka yüzden, ne de önsözden tek satır okumadan, ‘Bunlar hınzır yazılar’ dedim.

Bugün, son satırı okuduktan sonra da aynı şeyi söylerim: Korsan Yazılar, hınzır yazılar.

‘Ne Olmuş Yani?’ üst başlığı ile Everest Yayınlarından çıkan kitap, Ahmet’in dördüncü kitabı. Beşincisi yolda. Ama o farklı. O, roman.

İşin doğrusu ben gazete yazılarından derlenen kitaplardan fazla hazzetmem. Gazete yazısı denilen şey güncele dayalıdır, suya yazılır. Okunduktan sonra bir yana atılır. Kitap dediğin, kalıcıdır. Olmak zorundadır...

BAŞINA NE GELDİYSE DİLİNİ TUTAMADIĞINDAN

İstediğim kadar hınzır olduğuna emin olayım, Ahmet’in kitabını okumaya başladığımda da, içimde ya beğenmezsem korkusu vardı. Tanımadığın bir yazarın bir kitabını beğenmesen ne çıkar? Ama sevdiğin birinin, hele hele dille cilveleştiğini bildiğin bir yazarın kitabını beğenmemek kötü. Başıma geldi bilirim. İnsan kıvranır durur. Soranlara ne cevap vereceğini bilemez, iyi diyemez kötü diyemez, geçiştirse olmaz, sussa olmaz.

Ama Korsan Yazılar için böyle bir derdim yok. Çünkü yazıları sevdim ve gönül rahatlığıyla salık verebilirim.

Ahmet’e gelince... Bilenler bilir: Ahmet özel bir gazetecidir. Adı hiçbir gazete ile anılmaz, anılamaz. Çünkü hiçbir yerde uzun kalmaz, kalamaz. Bazen köşesi olur, bazen olmaz. Dış politika, iç politika, ekonomi, magazin yazarı gibi yaftası yoktur. Hepsini yazar, hiç birine sığmaz.

Çalıştığı her patronun kurtarıcısı ve belasıdır. Kurtarıcıdır, çünkü donanımlıdır. Dili, üslubu, dünyaya bakışı, olayları algılayışı farklıdır. Ona güvenilir. Tam da aynı nedenlerle bela kesilir. Değirmenin suyuymuş, nabza göre şerbetmiş, icabetmiş, icazetmiş anlamaz. Başına gelen her bela tutamadığı dilindendir.

Dünya malında gözü yoktur. Para ile ilişkisi, kendisinin bile anlayamadığı kadar çetrefildir. Maaşını ilk gün bitirir. Hayatında iki kez kredi kartı sahibi olmuş. İlki, kendine ne alıyorsa, ekip arkadaşlarına da aynı şeyi alma alışkanlığı yüzünden öyle bir meblağa ulaşmıştır ki, banka çareyi gazeteye birini yollayıp kartı zımbalatmakta bulmuştur. İkinci denemenin aynı şekilde bitmesini ise, o dönemdeki patronunun iyi niyeti önlemiştir.

MÜEEBBET MUHALİFİN YAZILARI

Kendimi tutmasam daha da yazacağım ama şu ana kadar yazdıklarımı okuyunca, Ahmet’ten bolca söz ettiğimi ama onu anlatamadığımı gördüm. Benim yetersizliğim mi, onun gibi adamların kelimelere gelmezliği mi bilmiyorum.

En iyisi sözü ona bırakmak: ‘...Uzun soluklu bir köşe yazarlığı ancak her geçen gün biraz daha inançlarınızdan ödün vermek, resmi gazetecilik diline biraz daha yerleşmek, devlete ve iktidar odaklarına biraz daha yanaşmak, biraz daha onlara benzemek, gücün sığ sularında ellerinizi paralaya paralaya kulaç atarak, yüzüyormuş gibi, açılıyormuş gibi yapmakla mümkün olabilir.

Ben izinsiz, müsaadesiz gazeteci olmayı seçmişim bir kere.

Omurgam tutulmuş, kireçlenmiş, boynumda damar damar üstüne binmiş bir kere.

Eğilip bükülmem mümkün değil yerdeki parayı almak için.

Yere kapaklanmam için enseme bir darbe almam gerekir.’

Darbe almadı mı, aldı.

Kapaklanmadı mı, kapaklandı.

Ama ustanın deyişiyle söylersek, bir gün olsun enseyi karartmadı.

İşte söz ettiğim Korsan Yazılar da onun, enseyi ne olursa olsun karartmayan birinin, gözü pek bir gazetecinin, dilbaz bir yazarın, müebbet bir muhalifin yazdığı yazılar.

AHMET TULGAR HAKKINDA BİLMEDİKLERİNİZ

Hayatı sever, düzenden hoşlanmaz. Hayatla düzeni çoğumuzun yaptığı gibi birbirine karıştırmaz.

İktidardan, muktedirlerden ise hiç mi hiç hoşlanmaz.

Şehirle şehevi bir ilişkisi vardır: Ortasında yaşar, damarında dolaşır. Gene de kıyıda yaşayan kenar adamdır.

Avusturya Lisesi’ni bitirmiş, ardından Siyasal Bilgiler okumak için Viyana’ya gitmiştir. On ay sonra hasretine dayanamadığı sevgili İstanbul’una dönmüş ve döner dönmez de yazdığı bir yazı yüzünden cezaevine düşmüştür.

Üç dört ay yatıp çıkan ve ömür boyu böbürlenen adamlardan hoşlanmadığı için hayatının o dört yılı hakkında konuşmayı sevmez. Konuşmaz ama bu konuda hassastır. Kovulma pahasına içerdekilerin dertlerini duyurmaya çalışır, çünkü tespihin duayla değil sabırla çekildiğini unutmamıştır.

Sık aşık olur. Savunma mekanizması biraz olsun işleyen kimsenin seçmeyeceği insanlara vurulur. Mecnun olma halini sevdiğinden midir yoksa aşk sözcüğünün onun dilindeki refakatçisi zulüm müdür bilinmez, ama o için için bilir ki, aşkları hüsranla bitmeye mahkûmdur.

Bruce Springsteen’e saplantılı bir hayranlık duyar. 24 sene pasaport alamamış; yurtdışına ilk gezisini de önce gençliğinin geçtiği Viyana’ya, ardından da Springsteen’in konserini izlemek için Berlin’e yapmıştır. Dönüşte de Korsan Yazılar kitabına da aldığı benim ‘Dirseğini Sevmek’ dediğim müthiş bir yazı patlatmıştır.

Futbola düşkündür. Futbolculara, teknik adamlara, oyuna... Bütün iflah olmaz duygusallar gibi, onlara ya hayran olur ya nefret eder. Zaten Ahmet sık sık bu iki duygu arasında savrulur. Zaman geçip sular durulduğunda ise hayranlık yerini beğeniye, nefret kayıtsızlığa bırakır.
Yazarın Tüm Yazıları