Bu çocuklar yaşamadıkları bu bayramları nereden çıkardılar?

Yazının başlığı "Bayram Yorgunluğu" olmalı.

Televizyonun karşısında oturmuş boş gözlerle ekrana bakıyorum.

Bayramın üçüncü günü ve hemen hemen tüm kanalların sabah kuşağında Bayram Sohbeti adı altında konuşma programları var. Zıplamaya mecalim olduğunda birinden diğerine geçiyorum. Sunucular ve konuklar değişiyor ama sorulan sorular ve alınan cevaplar aynı...

Hemen herkes ağız birliği etmişçesine bayram güzellemesi yapıyor.

Magazin programlarından birinde yüzleri bildik ne iş yaptıkları muamma üç genç kadın ile doksanların pop furyasından nasibini almış bir erkek şarkıcı koyu bir sohbete dalmış, konuşuyorlar.

Yaşının yarı yaşım kadar olduğunu sandığım genç kadınlardan biri içini çeke çeke geçmişte bayramların bir başka olduğunu, o günleri hiç unutamadığını anlatıyor. Ne kadar zorlarsam zorlayayım, geçmiş diye andığı seksenlerde ne gibi başka bayramlar yaşadığımızı çıkaramıyorum.

Diğeri, ucu işli mendillerde verilen bayram harçlıklarıyla neler yaptığından, bayram sabahları nasıl heyecanla uyanıp nasıl yatağının başucuna asılmış yeni bayramlıklarını kuşandığından söz ediyor. Pullu payetli giysisine, salkım saçak küpelerine bakıp, demek alışveriş tutkusu o günlerden yadigar diyorum.

Ama bir üçüncü var ki bir üçüncü, gösteri dünyasının sarı gülü, lafı günün anlam ve öneminin altını çizmek için olsa gerek evirip çevirip kurbana getiriyor ve yedi yaşında bayram öncesi babasının arka bahçelerine getirdiği kınalı koçla nasıl oynadığını, o koça nasıl bağlandığını anlatıyor. Peki cümlesini neyle mi bağlıyor? Babaannesinin yaptığı kavurmanın unutamadığı tadıyla!

Dördüncünün her saniyesini dün gibi hatırlarım tonunda anlattığı bayramları ise ancak büyükannesinin annesi yaşamış olabilir.

Ağzım açık kalakalıyorum.

Bu çocuklar yaşamadıkları bu bayramları nereden çıkardılar?

Anne babalarından dinlediler desem değil.

Okudukları kitaplardan desem iyimserlik olur.

Belki reklam filmlerindendir kim bilir?

TECAHÜL-Ü-ARİF NEDİR?

O filmlerde hemen her bayramı yemek masasında kutlayan orta sınıf bir Türk ailesi olur. Genellikle altı kişilik bir ailedir bu. Masanın başında yaşlılar vardır. Dede tombul, güleç büyükanne nur yüzlü ve yaşmaklı. Sofranın üstü donatılmıştır ama bütün o yemekleri başkası yapmış gibi, annenin yüzünde yorgunluktan eser okunmaz. Kelebek gibi masanın etrafında uçuşur durur. Baba, annenin servis yapmasını mağrur bakışlarla izler. Çocuklar da şirin mi şirin, şen mi şen. Bir iki cümle edilir bir iki nükte yapılır ve kamera, reklamı yapılan ürün ne ise onun üzerine odaklanır.

Verilen mesaj bellidir: Mutlu ve huzurlu bir aile isteniyorsa eğer şu ürün yenmeli bu ürün içilmelidir. Nokta.

Çoğu insanın aslında yaşamadığı bir şeyi yaşamış gibi anlatmasının nedeni galiba bu.

Tecahül-ü-arif.

Ben bülbül diyeyim, sen gülü düşle.

Ben ah o geçmiş bayramlar diyeyim, sen benim el bebek gül bebek büyüdüğüme inan...

HADİ GECE OLSUN!

Televizyonu kapattıktan sonra kendi bayramlarımı düşündüm.

Bayram, hele bu yılki gibi önüne ardına bir şeyler takıp da uzarsa, yaz kış fark etmez, Kargasekmezleri aşar, Ankara’dan kalkar İstanbul’a gelirdik.

Deli Çerkez’in evine: Anneanneme.

Yılın her günü zaten sofrasından konuk eksik olmayan ve asla durmuş yemek yemediği için her gün mutfağa giren anneannem, bayram için özel bir hazırlık yapar mıydı bilmem ama bildiğim bir şey var: Onun için bayram, bizi yeniden görmek demekti ve bayramları sırf bunun için severdi.

Sofra öğleye doğru kurulur, akşama kadar kalkmazdı.

Gelen gidene aç olup olmadığı sorulur ve cevabı ne olursa olsun önüne bir tabak konurdu.

Ben anneannemle baş başa kalmak ister ama gelen gidenden fırsat bulamaz, bir an önce gece olmasını dilerdim.

Gece demek, bayram tebrikine gelen eş dostun gitmesi demekti.

Gece demek, anneanneme şımarmak demekti.

Gece demek, onunla koyun koyuna yatmak demekti.

Gece demek, anlatacağı masalları dinlemek demekti.

Ama olmazdı... Ya rakıyı fazla kaçıran ve noktasız virgülsüz konuşan bir kuzen ya da geçerken uğradığını söyleyen ama gitmek bilmeyen bir yeğen; ya doğuştan Halk Partili biri ya da ölümüne Demokrat Partili diğeri, anlamadığım konularda tartışmaya tutuşurlardı.

Saatler geçer, gece bütün ağırlığı ile göz kapaklarıma çökerdi.

Uyuyakalırdım.

Ne masal, ne koyun...

BAYRAM NOSTALJİSİ YAPANLARA SİNİRLENİYORUM

Sabah uyandığımda anneannem çoktan kalkmış kahvaltı sofrasını hazırlamış olurdu.

Ve ben reçelli ekmeğimi bitiremeden ikinci günün konukları gelmeye başlardı.

Gene öğle, gene akşam yemekleri.

Gene geceyi beklemeler...

Sonraki günler belki daha az hummalı ama aynı minval.

Sonunda baş başa kalabildiğimizde ise sayılı gün geçmiş, bayram bitmiş olurdu.

Dönerdik.

Kulağımda son gece dinlediğim masal, burnumda onun kokusu.

İşte böyle...

Bayram nostaljisi yapanlara sinirlenme nedenim de sanırım bundan. Çünkü bana sorsalar, bayram Hacı Şakir kokan serin çarşaflarda uyunan yalnız uykulardır derim.

Çocukluğun şenlikli günlerinden çok, soğuk gecelerinden söz ederim.
Yazarın Tüm Yazıları