Paylaş
Yazın rehavetini, eylülün keşmekeşini üstünden atan herkes davet yarışına girdi sanki.
İtalya’dan gelen dostlarla Fashionİstanbul maratonu, bir iki öğle yemeği, bir iki mecburi ziyaret, bir iki afili davet derken koca hafta gerçekten de harala gürele geçti.
Fashionİstanbul üzerine o kadar çok yazılıp çizildi ki artık okura gına gelmiştir diye düşünüyor, hedefi 12’den vuran başarılı bir organizasyon olduğunu belirtip haftanın diğer etkinliklerine geçiyorum.
Buyrun size etkinliklerden bir etkinlik, davetlerden bir demet...
BİR NOKTA
Adı neden Bir Nokta diye sorduğumda, herkes hayata bir noktadan başlıyor ve birbiriyle karşılaşması gereken herkes eninde sonunda bir noktada buluşuyor cevabını verdiler.
O yüzden bu sürprizli mekânın adını Bir Nokta koymuşlar.
Bir Nokta Galatasaray Lisesi’nin yanından Çukurcuma’ya inen Yenikapı Caddesi’nde, Garage İstanbul’un bitişiğindeki Galatasaray Apartmanı’nın ilk katında. Dışarıdan bakıldığında pek de gösterişli durmayan apartmana girip geniş mermer merdivenlerden çıkıyor ve soldaki daireye giriyorsunuz.
Buraya kadar iyi.
Yüksek tavanlı dairenin holü de dahil olmak üzere bütün odaları farklı tasarımcıların farklı ürünlerine ayrılmış. Raflarda, dolaplarda, askılarda, yerde, kaidelerin üzerinde takı/cam/seramik/mozaik/resim/heykel/tekstil alanında tasarım yapan 50 kadar sanatçının çalışmaları sergileniyor.
Bu daha da iyi.
Odaları gezip ön tarafa doğru ilerliyorsunuz. Ne olursa ondan sonra oluyor, karşınıza bütün heybetiyle St. Antuan Kilisesi’ne bakan 450 metrekarelik dev bir teras çıkıyor.
İşte bu nefes kesici...
İstanbul’un sürprizi bitmez bilirdim ama bu kadarını beklemezdim.
Dümdüz, bembeyaz devasa bir teras. Ucundan deniz manzarası da var ama dediğim gibi insanın asıl nefesini kesen kırmızı ışıkla aydınlatılan kilisenin heybetli yan cephesi. İstiklal Caddesi’nden bakıldığında pek de göze çarpmayan bu neogotik kiliseyi bir de Bir Nokta’nın terasından görün derim de başka şey demem.
Bir Nokta’nın sahipleri, daha doğrusu sahibeleri Banu Konyalı ile Didem Çapa. Konyalı, soyadından da anlaşılacağı üzere uzun yıllar gastronomi dünyasının mihenk taşlarından olan aile şirketinde çalıştıktan sonra çocukluk arkadaşı Didem’in teklifiyle bu işe girmiş.
Didem’e gelince bilenler bilir: Milletin olmaz dediği her işi oldurangillerdendir.
Türkiye’de hatırlı sayıda iyi tasarımcı olduğunu, gelgelelim yeterince tanınıp bilinmediklerini düşündüklerinden bu işe girmişler.
Sergiledikleri parçalar satın alınabildiği gibi şirketler için özel tasarımlar da yapıyorlar.
Bir Nokta’da bir oda da BNG’ye ayrılmış.
Beş yıl gibi kısa bir sürede Avrupa’dan Japonya’ya 200 değişik noktada satılan bir marka BNG...
2009 kış koleksiyonundaki parçalar da markanın yaratıcısı Nilgün Gülen gibi... Değişik, ilginç, çekici.
Açılış gecesi, o akşam oynanan ve milleti evine mıhlayan maça inat teras tıklım tıklımdı...
Bir de hayırlı olsun dercesine incecikten bir hilal çıkıp kilisenin kubbesine asılmaz mı?
Bir Nokta: Yeniçarşı Caddesi 26/3
0212 244 91 80
KÖR TADIM
Geçen haftanın en şeker davetlerinden biri de ‘iyiyemek’çilerin 360’ta düzenledikleri kör tadım gecesiydi.
Kör tadım, zifiri karanlıkta yenilen yemek demek.
İnsanlar yemeklerini neden zifiri karanlıkta yesinler ki diye soracak olursanız, kör tadım meraklılarından görme duyunuz sıfırlandığında diğer duyularınızın keskinleştiği, dolayısıyla da tattıklarınızın tadına daha da varacağınız yollu bir cevap alırsınız.
Doğrudur, eğridir ayrı ama eğlenceli olduğu kesin.
Aslında benim gibi hafif klostrofobik, yemeği bırakın zifiri karanlıkta, loş ışıkta bile yemeyi fazla sevmeyen biri için ideal bir tadım yöntemi olduğu söylenemez ama gene de 360’daki davete koşa koşa gittim.
Bir davet eden Zeyno olduğu, iki yemekleri Mike Norman hazırladığı için.
Kırk küsur kişi üst katta içkilerimizi içtikten sonra birbirimizin omzunu tutarak hizaya girdik ve alt kata inip karanlık bir salonda görevlilerin yönlendirmesiyle yerlerimize geçtik.
Dokuna dokuna tabağımızın bardağımızın yerini bulduktan sonra önümüze gelenleri yavaş yavaş tatmaya başladık. Önce minik kaşıklar içinde somon, ardından incirli ve keçi peynirli nefis bir salata, ana yemek olarak da kağıtta levrek geldi...
Büyülübağ olduğunu sandığım bir kırmızı şarap içtik.
Ağır ağır ve dediğim gibi dokuna dokuna...
Tam da davet sahiplerinin istediği gibi tadını çıkara çıkara...
Bundan yıllar önce bir arkadaşımın sürüklemesiyle Paris’te de böyle bir kör tadım lokantasına gitmiş ama ne yalan, ne yediklerimin tadını daha iyi almış ne de içtiklerimin tadına daha iyi varmıştım. Yemek bitip de üstümün başımın leke içinde kaldığını görünce de kendime kızmıştım. Yok, bana göre değildi bu işler...
İyiyemekçilerin kör tadım daveti, Paris’te alayı vala’yla açılan lokantadakinden çok daha iyiydi ne yalan.
Bu arada İyiyemekçiler de kimler derseniz, başta Posta Gazetesi’nin gastronomi yazarı Zeyno Gürses olmak üzere bir avuç genç derim.
Zeyno gazetede yazdığı yazılar yetmemiş olacak ki “iyiyemek.com” adında bir portal hazırladı ve yeme içme işini sanal aleme taşıdı.
Damak tadına düşkünler için düzgün hazırlanmış güzel bir site.
Daha da gelişecek, serpilecek elbette.
SİYAHİ LAFLAR
Gelen davetiyenin sonunda şöyle yazıyordu...
“Siyah zıt duyguların rengi
Hüzün/şehvet
Dinginlik/enerji
Ciddiyet/cazibe
Örtünme/teşhir
Kadınsılık/erkeksilik
Klasiklik/avangardlık
Şeytanın da rengi, dervişin de
Çarpıcı olmak için de var, yok olup gitmek için de...”
Hadi bakalım sıkıysa gitme...
Bu kez Derishow’un 2009-10 kış koleksiyonu tanıtımı için yola düşüyorum. İstikamet Fulya’daki Otim.
Kapının önü kalabalık. İçerisi daha da kalabalık. Ben bütün koleksiyon tanıtımları gibi küçük bir defile beklerken karşıma bambaşka bir etkinlik çıkıyor.
Bilenler bilir: Otim’deki Derishow mağazasının alt katında T şekilinde uzayıp giden koca bir masa vardır. İşte o masanın ucunda Derishow’un kraliçesi Fatoş Ahunbay, yanında Kürşat Başar’la oturuyor. Beni oturttukları yer ise Cüneyt Ayral’ın karşısı ve Mehmet Tez’in yanı. Ne oluyor dememe kalmadan Fatoş kısa bir konuşma yapıp mikrofonu Kürşat Başar’a uzatıyor ve müthiş keyifli bir sohbet başlıyor. Salonu dolduran çoğu kadın dinleyicinin laf atmasıyla arada kesilen, Cüneyt’in çıkışlarıyla renklenen sıcacık bir sohbet. Kürşat Başar çocukluk ve gençlik anılarında dolaştıktan sonra lafı edebiyata, oradan da Kırmızı ve Siyah’a getiriyor. Mehmet Tez müzikteki siyahı, Cüneyt içimize giydiğimizi anlatıyor.
Sohbet bitiminde yukarı çıkıp koleksiyona bakıyorum.
Bu sezon Ege’nin iki yakasında yaşayan siyah çoraplı, siyah pabuçlu, bele oturmuş siyah elbiseler giyen, gür saçları her daim topuz, kırmızının en koyusuyla boyanmış gibi duran renksiz dudakları her daim mühürlü kadınlardan esinlenmiş Fatoş...
Evet siyahın ağılıkta olduğu bir koleksiyon bu.
Siyah ama nasıl söylesem... Aynı zamanda da renkli.
Siyahın içinde bütün renkler vardır denir ya...
Fatoş’un elinin değdiği siyahtaki bütün renkleri çıkarmasından da belli.
Paylaş