Bir düş, bir mecaz işte size Las Vegas

Kumarın K’sinden anlamayan ben, sonunda Las Vegas’ı da gördüm. Yıllardır dostlarımdan dinlediğim bu ışıl ışıl kumar şehri, beyaz orta sınıf Amerikalılarla dolu

Bu da oldu işte. Bakarayı kristal markası, 21’i ruh ağırlığı, ruleti hamur keskisi sanan ben, davet gelir gelmez arkama bakmadan, kendimi yollara attım. Az gittim uz gittim, okyanus aşıp çöl geçtim ve sonunda adı kumarla özdeş şehre geldim. Geldiğim yere şehir demek doğru mu, emin değilim aslında.
Paranın su gibi aktığı, devasa otellerin, muhteşem şovların ve lüks denince akla gelen bütün markaların resmi geçit yaptığı; dünyanın en ünlü şeflerinin yarışırcasına pıtrak gibi lokanta açtığı çöl ortasındaki bu vaha, şehirden çok bir film platosuna benziyor zira...
Gerçekten de bir şehri şehir yapan hiçbir şey yok burada. Ne adına mahalle diyebileceğiniz bir yerleşim alanı, ne ara sokaklar, ne bir meydan, ne bakkal, ne çakkal. Beş, hadi bilemedin altı cadde ve birbirlerine yürüyen geçit ve köprülerle bağlanan dev otellerden ibaret bir yer burası. Siyah ya da kırmızıya basarak yaşayanların gözbebeği, umutla umutsuzluğun, neşeyle hüznün, sıradanla sıra dışının kol kola girdiği bir yer. Dünyadan feci kopuk ama bir o kadar da dünyevi bir diyar.

Bir düş, bir efsane, bir mecaz. Neresi mi? Elbette Las Vegas.
Cihangir’in telefondaki sesi cızırtıya karıştığından ne dediğini tam olarak anlamama imkan yok. Amerikan Hastanesi’nin yoğun bakım ünitesinin önünde /images/100/0x0/55eb5feff018fbb8f8bd0370ciciannemi bekliyorum. Tamam bir Las Vegas daveti söz konusu, tamam davet eden Çeşme’deki Sheraton Oteli ama gerisi muğlak. Nokta virgül koymadan anlatıyor, kampanya diyor, Lufthansa diyor misafirlerimizi Las Vegas’a gönderiyoruz diyor, diyor da diyor. Tek kelime anlamamama rağmen, işin ucunda yıllardır dinlediğim Vegas olduğu ve içimde kaçma isteği olduğu için yolculuk tarihini soruyorum. O zamana kadar bu belayı atlatırız diye umut edip evet’i basıyorum.

YİRMİ SAATLİK BİR YOLCULUK

Belayı atlamıyoruz... Ve ben kuzinimin de üstelemesiyle Çengelköy Mezarlığı’ndan çıkıp Vegas yolunu tutuyorum. Uçuşumuz Lufthansa ile Frankfurt üzerinden. San Francisco’da United Airlines ile Vegas’a geçeceğiz... Dile kolay yirmi küsur saatlik bir yol önümüzde. Genellikle uzun yolcuklarda hık mık etmeyi seven ben, bu kez sesimi çıkarmıyorum. Biliyorum ki yola çıktığım an gözümü kapayacak varana kadar da açmayacağım, ölesiye yorgunum...
Uçakta Sheraton Çeşme’nin sahibi İskender Dilek’le yan yana oturuyoruz. Kendisiyle ilk karşılaşmam. İnce, uzun, zarif ve şık biri, diye geçiriyorum içimden. Yüzüme bakıp ‘bitkin görünüyorsunuz’ diyor. Bu sıfatlara dürüst ve samimiyi de ekliyorum. Sonrası koma gibi derin bir uyku.
Frankfurt havaalanı, San Francisco hepsi bulanık. Gene uçak, gene kalkış, gene uyku. Pilotun Las Vegas’a hoş geldiniz anonsuyla gözümü açıyorum. Altımızda uçsuz bucaksız bir çöl uzanıyor. Günbatımının morun her tonuna bürüdüğü yükseltilerin arasına kaktüs gibi bodur bitkiler serpiştirilmiş, taşlı tarla misali bir çöl... İleriye baktığımda da ışıl ışıl yanan bir şehir görüyorum: Hoş bulduk Las Vegas!

DEFİNE ADASI’NDA KALIYORUZ

Sheraton Çeşme’nin 10. yılı dolayısıyla sunduğu kampanyada Las Vegas’a göndereceği müşterilerin de kalacağı Treasure Island’da (Define Adası) kalıyoruz. İnsanın adı aynasıdır derler ya, Vegas otellerinin ki de öyle. Bizim otel de define adasının tüm ayrıntılarla donatılmış. Oymalı ahşap tavan, korsan gemileri... Ve elbette neredeyse giriş katının tümünü kaplayan casino: Kollu makineler, rulet masaları, yanar döner renkler, şıngırtılar ve makinelerin önündeki ifadesiz insanlar. Yüzde doksanı Amerikalı. Kara derili yok gibi. Şişmanı, zayıfı, genci yaşlısı hepsi orta sınıf, hepsinin terkisinde aynı heyecan, hepsi “yan yana üç aynı resim gelse de hayatım değişse” diye kollara abanık.
Yok öyle odalara çekilip dinlenmek, diyor İskender Dilek. Bunca yolu üç gece için geldiysek eğer, uykusuz kalmaya değer diye yol yorgunu arkadaşlarımı kamçılıyor. Yarım saat sonra lobide buluşup sokak gösterisine gideceğimizi bildiriyor. Ben varım diyorum. Günüm zaten geceye dönmüş, ne gam.
O halde seve seve yola devam....
Ertesi gün bu gezinin ne kadar özel olduğunu anlayacağım. Kafamdaki İskender Dilek hanesini ‘titiz, kalender, mükemmeliyetçi, cömert ve konuksever’ diye uzatacağım. Gerçekten de bunca basın gezisine katıldım, böylesini görmedim, inanın.
Kalkıp Las Vegas’a gitmişim, yetmemiş dostları görmeye San Francisco’ya geçmişim, laf bu kadarla biter mi hiç?
Bitmez tabii. Gelecek hafta devam edeceğim kesin de, pembe diziye dönmesin bari...
Yazarın Tüm Yazıları