Bir baktım, Yalın, tıpkı şarkısındaki gibi elinde kırmızı güller, bize doğru gelmekte
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Hani insanın İstanbul’a bir kez daha aşık olduğu, çektirdiği bütün sıkıntıları unuttuğu zamanlar vardır ya: Köprüden geçer, Salacak’ta salınır, damlar üzerinden Haliç’e bakıp tepelerden Boğaz’ı seyrederken içinin titrediği zamanlar...
İşte bu da öyle bir akşam..
Henüz deli sıcaklar bastırmamış.
Vogue’un püfür püfür terasında oturmuş tüten Boğaz’a bakarak buz gibi şaraplarımızı içiyoruz.
Yemek için oldukça erken bir saat olduğundan teras tenha.
Barda buranın müdavimi oldukları barmenle kurdukları ahbaplıktan belli bir iki genç adam, kaçamak yaptıkları manzara yerine birbirlerine ve tedirgin gözlerle içeri girenlere bakmalarından anlaşılan bir çift, geç öğle yemeğine oturmuş ve kalkamamış bir arkadaş grubu, mesai bitimi eve dönüp televizyon seyretmektense İstanbul’u seyretmeyi yeğleyen iki işarkadaşı, oflayıp poflamalarından ebeveyn zoruyla geldikleri anlaşılan ve patlayacak kadar sıkıldıkları yüzlerinden akan iki yeniyetme ile onların açık protestolarını görmezden gelen anne babanın oluşturduğu bir çekirdek aile.
Hepsi bu.
Feride ile tek kelime etmeden oturuyoruz.
Bir şeyler söylesek anın büyüsü bozulacak sanki..
Oysa birazdan bize katılacak genç adam hakkında ona sormak istediğim bir sürü soru var. Vazgeçiyorum.
Geldiğinde kendine sorarım artık.
Bundan iki yıl kadar önce gene böyle bir yaz vakti, Feride ile gittiğimiz tatil geliyor aklıma.
Tatil süresince Feride pek de güzel olduğunu söyleyemeyeceğim sesiyle Günaydın demeden "Bu sabah erken kalktım, gittim sana güller aldım" diye şakımaya başlıyor, yetmezmiş gibi de şarkının sahibini bilmediğimiz için bizi ayıplıyordu.
Nasıl olur da adı dilden dile dolaşan bu genci tanımazdık?
Şarkılarını ezberlemezdik?
Yazdıklarını es geçerdik?
Bizimki düpedüz çifte standarttı işte.
Leonard Cohen’e bayılıyor ama onu tanımıyorduk bile.
HAYATIMA NASIL GİRDİ
Eleştirilerinden mi, sesinden mi bunaldıklarını bilemeyeceğim ama grubun erkekleri bir sabah erkenden kalkıp bulabildikleri tüm gülleri Feride’ye getirdiler ama nafile.
O gene diline dolanan şarkıyı söylemeye devam etti, yetmedi sıcak mıcak dinlemeden Rumelihisar’a gözünde çapak gül almaya giden genç şarkıcının konserini izlemeye gitti.
Yalın’ın adı hayatıma işte böyle girdi.
Önce gazetelerde adına rastladıkça hakkında yapılan haberleri okur oldum.
Londra’da yaşadığını öğrendim.
Sonra çalınan şarkılarına kulak kabarttım. Birkaç tanesini müthiş sevdim.
Hemen gidip CD’lerini edindim. Şarkı sözlerine bayıldım.
Hayatta tanıdığım ender kentsoylulardan Ayşem’in kuzini olduğunu öğrendiğimde şaşırdım.
Ferai’nin yeğeni dediklerinde afalladım.
Ben sever bayılır, afallayıp şaşırırken aramızda onu keşfetmenin haklı gururunu yaşayan Feride çoktan kendisiyle tanışmış hatta yanılmıyorsam birlikte çalışmaya bile başlamış.
Vogue ’daki yemeği de ayarlayan o.
Teras kalabalıklaştı.
Yan masadakiler solan günün kıymetini bilenlerden değil. Yüksek sesle konuşup yerli yersiz gülüşüyorlar.
İlerideki yeniyetmeler dokunsan ağlayacak haldeler. Kıpırdanmaların yerini ergenliğe özgü akort edilmemiş seslerle tartışmalar aldı.
Vakit gelmiş olmalı: Kaçamakçı sevgililer gitti ama onların yerine gargaracı bir grup geldi.
Kalabalıkla birlikte gürültü de arttı diye söylenmeye hazırlanırken ister inanın ister inanmayın tıp oyunundaki gibi bütün sesler bir anda kesildi.
Ben arkam kapıya dönük oturuyorum.
Ne olduğunu anlayamadan Feride’nin kalktığını gördüm ve döndüm.
Bir baktım, Yalın tıpkı şarkısındaki gibi elinde kırmızı güller, bize doğru gelmekte.
Resim komik: Bir masada yaşını başını almış iki kadın konuşmaksızın öylece otururken içeri genç, ünlü, yakışıklı, şık bir adam elinde gül buketleriyle giriyor ve kimseye bakmadan doğruca kadınlara gidip en nazik haliyle buketleri veriyor.
YALIN GELİNCE HERKES SUSTU
Herkes gibi benim de zaman zaman imrenildiğim, özenildiğim, kıskanıldığım anlar olmuştur ama eminim hiçbiri o gün Vogue’un terasındaki kadar aşikar değildi.
Gargaracı gruptaki bütün genç kızların sesi kesildi, yeniyetmelerin dilleri tutuldu.
Erkeklerde bir kendine gelme, kadınlarda bir kendinden geçme hali ki anlatılamaz.
Uyandırdığı bütün etkiye, erken gelen şöhrete karşın Yalın adı gibi biri: Yalın.
Aman ha yanlış anlaşılmasın: Yalın derken insanı pek de ilgilendirmeyen handiyse sıradanlıkla karıştırılabilecek bir sadelikten söz etmiyorum. Yalını kelimenin o güzel anlamıyla kullanıyorum. Gösterişten uzak, süsten kaçan, fazlalıklarından arınmış anlamında.
Şöhret ve paranın çok genç yaşta gelmesinin insanı nasıl çığırından çıkardığı bilinir: Ne oldum delisi olmamak her babayiğidin harcı değildir.
Yığınların koşulsuz hayranlığı, çevreyi bir anda saran asalaklar, işin doğası gereği çalışmak zorunda kalınan insanlar, televizyon, sahne, söyleşiler derken perçinlenen şöhret ve bu şöhrete koşut gelen para insanın ayağını yerden kesebilir. Kesmekle de kalmaz uçurabilir.
Uçmamak için bir ip gerekir.
İnsanı gerçeğe, sahi olana, geldiği yere bağlayan bir ip.
Kimilerinin şansı vardır, ipleri Yalın’ınki gibidir: Halattandır.
Kimilerinin yoktur, pamuktandır.
Yemeklerimizi söyledik.
Biraz kendinden söz etmesini istedim.
Saint Joseph’li.
GÖZÜ LOS ANGELES’TA
Her Türk burjuva ailesi gibi Yalın’ın ailesi de genç yaşında müziğe tutkun oğullarını desteklemiş.
Üniversiteye kadar...
İş müzik okumaya geldiğinde gene her burjuva Türk ailesinde görülen sorun ortaya çıkmış. Sanat iyiymiş hoşmuş ama önce bileğe takılacak altın bilezik şartmış. Bilgi Üniversitesi Ekonomi bölümüne yazılması, müziğin beşiği diye gördüğü Londra’ya taşındıktan sonra bile babasına verdiği sözü tutmak için Ekonomi bölümünü bitirmesi bundan.
Gözünü Los Angeles’a diktiğini, kazandığını işine yatırdığını ve büyük düşündüğünü anlatıyor.
Belli: Mutlakiyet duygusu liseden, sözünün eri olması aileden yadigar.
Yeteneğinin nedeni ise genleri.
Peki ama bu genç yaşında;
Işığa çevirdiğim kadar aydınlanır yüzüm
acıyı sahiplenip sevdiğim hüzün
güneşe dönüp taptığım huzur
ben daha anlayamadan cümlelerime can verdiniz.
Her kimseniz ve ne sebeple geldiyseniz, gitmeyiniz..
Demesinin sırrı?
Hurafilik olacak ama, kim bilir bunun sırrı da belki isminde gizli.