Bayram gibi şenlikli sofralarımız

Bayram, çekirdek ailemin hangi şehirde olduğuna göre değişir, gölgelenir ya da şenlenirdi. Para gibi kurbandan konuşmak da ayıptı. Gelin sizi benim çocukluğuma götüreyim

Haberin Devamı

Orhan Pamuk’un ilk romanı ‘Cevdet Bey ve Oğulları’ndan aklımda kala kala Peyami Safa ile Yakup Kadri çekişmesi, bir de yazarın doğup büyüdüğü Nişantaşı’ndaki apartman dairesinde ailenin bayramın ilk günü bir araya gelip yediği öğle yemeği kalmış.
O bölümde Pamuk, koyu ahşap mobilyalarla döşeli ve hafiften kasvetli loş salonda kendisi, abisi ve annesinin misafirler kapıyı çalmadan nasıl pür telaş sofra hazırladığını anlatır uzun uzadıya.
Baba evde yoktur.
Çocuklar temiz pak giyinmiş, fazla ayak altında olmamaları tembihlendiğinden bir köşeye pısmış halde hazırlıkları izler.
Anne masaya önce ütülü keten örtüyü serer, büfeden ancak böylesi günlerde kullanılan porselen tabaklarla bardakları çıkarır, hepsini olur da tozlanmışlardır diye teker teker silip sofraya yerleştirdikten sonra ortaya iri piyatalar içinde sabah pişirip ılınmaya bıraktığı zeytinyağlıları getirir.
Anlatının bundan sonrası Pamuk’un kılı kırk yaran üslubuyla yemekleri sıralamasıyla sürer...

Haberin Devamı

İŞTE BU OLMADI

Romanı Ankara’nın ayazında okuduğum için mi, o zamanlar bayramlar zemheriye denk geldiğinden midir bilmem sayılan yemekler arasında zeytinyağlı yeşil fasulyenin adını okuduğumda şaşırmış, içimden “işte bu olmadı” diye geçirmiştim.
Öyle ya ne işi vardı zeytinyağlı fasulyenin o sofrada?
Meret ancak yaz aylarında tezgahlara iner, bir-iki ay hükmünü sürdükten sonra da çekip giderdi.
Üstelik hikayenin geçtiği yıl ellilerin sonları. Bütün sebzeler, yaz ayları dışında, ama ilk turfandası ama son, ateş pahası...
Koca kitaptan aklımda bu bölümün kalmasının nedeni muhtemelen çocukluğumun üç aşağı beş yukarı aynı yıllara denk gelmesi ve oturduğum benzer bayram sofraları olsa gerek.
Bayram, çekirdek ailemin hangi şehirde olduğuna göre değişir. Ya gölgelenir ya şenlenirdi.
Ankara’daysak ve de kışsa bir mecburiyetti benim için bayram. Sabah biz, biri yanağımdan kıskaç alıp canımı yakan büyük halamla aile içinde fısıldanarak “Evde kaldı vah zavallı” diye nitelenen boynu bükük kızının ziyaretine gider, ertesi gün iade-i-ziyaret için onlar bize gelirlerdi.
Bir de babamın ancak bayramdan bayrama gördüğüm bir-iki uzak akrabasıyla yediğimiz öğle yemeklerini hatırlıyorum: Aynı muaşeret, fasulye dışında aynı sofra, aynı yapmacık sohbet...
Ailenin diğer fertleriyle, ister büyük ister genç, her daim birlikte yiyip içtiğimiz için olsa gerek bayramlar ve bayram sofraları çocuk aklıma kazınmamış anlaşılan.
Hayat o zamanlar benim için bayrammış, Ankara bayramlarıysa mecburiyet.

Haberin Devamı

FERDUŞ’UN BAYRAM SOFRALARI

İstanbul faslı ayrıydı.
Anneannem, sıradan bir günü bile bayram gibi yaşayıp yaşatmayı beceren o deli Çerkes’in evinde toplanan bizler...
Ferduş mutfaktan çıkmazdı. Büyük sofralar kurar ama kaldırmaz, kapısını asla kapatmazdı.
Mahalle manavından terziye iten girer, buyur edilir, saatine göre kahveyse kahve yemekse yemek, çaysa çay; adabıyla ağırlanır öyle giderdi. Para gibi kurbandan da konuşmak ayıptı.
Ne de olsa kesen vardı kesemeyen vardı..
Farz dediğin ortaya saçılmaz, paylaşılır, dağıtılırdı.
Ne üç günle sınırlıydı bayram ne dört günle...
Benim için Ferduş’un yanında geçirdiğim her gün bayramdı.

BİR SEPET YEŞİL FASULYE

Haberin Devamı

Pastırma yazının son demlerinin hüküm sürdüğü taşradaki evimin bahçesinde yazıyorum bu yazıyı.
Komşuda dün akşamdan bu yana süre giden bir hareket, bir bereket, gelen giden, kahkaha, patırtı.
Yolda karşılaştık sabahın seherinde. Elinde bir sepet yeşil fasulye.
Yüreğim ağzımda televizyonu açtım demin..
Her kurban bayramında karşıma çıkan haberlerle karşılaşmaktan tedirgin.
Otoyolda koşan boğanın peşine düşen satırlı kasapların, bahçelerinde el kadar bebelerin gözü önünde koyun kesen babaların, hayvan huylanıp kaçmasın diye kesim işine bacaklardan başlayan insafsızların görüntüleriyle allak bullak olacağımdan korkarak bastım düğmeye.
Burada değilse orada, orada değilse burada güzel memleketimin bir köşesinde bayramımı bayramlıktan çıkarıp boğazımıza düğümleyecek bir-iki cahilin karşıma çıkmasından korkarak...
Şimdilik çıkmadı.
Umarım çıkmaz.
Umarım bayramları ne çocukluğumun Ankara bayramları gibi bir mecburiyet ne de çocuklarımızın bilinçaltına sinecek kanlı bir vahşet olarak kutlarız bundan böyle .
Umarım bayramlar sonunda ‘bayram’ olur.
Beklenir, kutlanır, eğlenilir.
Allah aşkına bayram dediğimiz de büyüğü küçüğü, arkadaşı küskünü herkesi bir araya getiren şenlikler değil midir?

Yazarın Tüm Yazıları