Arnavutköy’de görünüşü iddialı ruhu mütevazı bir mekan

Balık söz konusu olduğunda benden tutucusu bulunmaz. Fakat Arnavutköy’de yeni keşfettiğim bir mekan, bu tutuculuğumu kırdı. Burası alışık olduğum türde balıkçılardan değil. Ne dekoru ne mönüsü bildiğim yerlere benziyor. Balıkçıdan çok Fransız yemekleri sunan bir otel lokantası edası var. Havası lüks ve mezeleri iddialı olsa da fiyatları makul

Haberin Devamı

Kaç zamandır, görüşelim temennisiyle kapatıyorduk telefonları.
Olmuyordu ama hayatın hay huyu giriyordu araya; iş, güç...
Sonunda Feza hafif kırılgan hafif buyurgan bir edayla; “Tarih koymazsak bu iş olmayacak” dedi ve “Perşembe akşamı saat yedide Arnavutköy’de buluşuyoruz” diye fetva verdi.
“Tamam Arnavutköy’de de, neresinde?” diye soracak oldum, hızlı hızlı “Sur’da” dedi. Bir-iki kelime daha edersek, buluşmayı rafa kaldıracakmışız gibi, telaşla telefonu kapattı.

OYMALI ESKİ EV  LOKANTA OLDU/images/100/0x0/55ea721af018fbb8f8807278
Sur mu? Sur da neresi?
Balık yemek söz konusu olduğunda benden tutucusu bulunmaz. Üç lokanta sayar; Kıyı’yı da ilk sıraya koyarım.
İstanbul’u hepi topu dört gün esir alan buz gibi gecelerin birinde, aylardır görmediğim arkadaşımla buluşmak için kalktım Sur’a gittim..
Aklımda koca bir soru işareti.
Önlerinden kazıklı yol geçmeden ‘yalı’ dediğimiz, şimdi ne diyeceğimizi bilemediğimiz bir sıra oymalı ev vardır ya... Arnavutköy sahilindeki Sur, onlardan birinde yeni açılmış bir balıkçı lokantası. Fishmekan’ın bitişiğinde, eskiden Antik diye bilinen lokantanın yerinde.
Bina girişi aydınlık... Neredeyse biraz fazla aydınlık. Önünde, gelen müşterileri bekleyen garsonlar, valeler. İçeri girdim ve ilk kattaki masalardan birinde bekleyen Feza’ya şaşkın ördek gibi bakıp, böyle bir yerle karşılaşmayı hiç beklemediğimi söyledim. Gerçekten de Sur benim alışık olduğum türde balıkçılardan değil. Ne dekoru ne mönüsü bildiğim yerlere benziyor. Fazla mı iddialı, fazla mı lüks tam anlamıyla adını koyamasam da halinde balıkçıdan çok Fransız yemekleri sunan bir otel lokantası edası var.
Girişteki monitörlerden denizin altında kalan mutfağı izlemek mümkün. Muhtemelen yer kazanmak için, belki de koku gelmesin diye mutfağı denizaltına inşa etmişler. Zaten yalının tadilatı da uzun sürmüş, Sur’cular A’dan Z’ye her şeyi yenilemiş. Ve belli ki bu iş için bir servet ödemişler. Dört katlı binanın her katı birbirine ters düşmeyen ama farklı bir biçimde döşenmiş. Her katta Boğaz’a nazır bir balkon ve katlar arasında asansör var.

ASIL İDDİA MEZELERDE

Haberin Devamı

Gelelim yemeklere... Çeşit çeşit mevsim balığı, bir sürü balıkçıda artık bulamadığımız kabuklu deniz ürünleri, elbette karides ve ahtapot çeşitleri mönünün olmazsa olmazları. Ama Sur’un iddialı olduğu esas alan mezeler.
O akşam ne kadar, “Çatlamak üzereyim artık bir lokma yiyemem” desem de, ısrar kıyamet önüme konanlara gerçekten de her balıkçıda rastlamak mümkün değil. Balık mantısından tutun da humuslu levrek ızgaraya, tattığım bütün mezeler lezizdi.
Servis hızlı ve özenli, servis yapanlar işlerinin ehliydi. Girişteki afili garsonlar, mutfağı izleyen monitörler, mekanın klasik mobilyalarla döşenmiş olması ve elbette mönü ilk bakışta insanda pahalı bir yere geldiği izlenimi uyandırsa da, aslında fiyatlar makul.
Umarım böyle de kalır. Bakmayın reklamlarda artık balık dendiğinde rakı demenin yasaklandığına... Kim ne derse desin balık dendiğinde bizim aklımıza rakı gelir. Rakı deyince de, herkesin kulüp tutar gibi tuttuğu bir marka vardır.
Rakının tarihi bu topraklarda neredeyse beş yüz yıl önceye dayansa da son zamanlara kadar rakı markaları bir elin parmaklarını geçmezdi. Sonra Tekel özelleştirildi ve rekabetle birlikte market raflarını çeşit çeşit rakı markası kapladı. Ben rakıcı değilim, dolayısıyla da bu konuda ahkam kesmem abes olur. Üzümler arasındaki farkı anlayabilecek bir damak bilgisine de sahip değilim.

ÜZÜM SALKIMLARI ASKIYA ALINDI

Haberin Devamı

Fakat piyasaya yeni çıkan bir rakı markasının Four Season’s Bosphorus Otel’de bundan bir ay kadar önce yaptığı lansman gecesine katıldım. Markanın CEO’su Galip Yorgancıoğlu ürünün ortaya çıkış sürecini şöyle anlattı: “Uzun, çok uzun süre deneme yaptık. Üzüm salkımlarını askıya aldık ve her tarafları güneş görecek şekilde kuruttuk. Bakır imbiklerde üç kez damıttık, meşe fıçılarda bir ay dinlendirdikten sonra şişeledik.Ve özel bir şişe tasarlattık.”
Sonra şişeyi gösterdi; “Yılların geleneği uzmanların tecrübesiye bu şişede birleşti” dedi. Onun konuşması bittiğinde elimde tuttuğum rakıdan uzun bir yudum aldım. Dediğim gibi ben rakıdan anlamam. Anlamam ama içtiğim içkinin iyi mi kötü mü olduğunu bilirim. Dolayısıyla bugüne kadar içtiğim en iyi rakı olduğunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Ve illa ki balık yanında değil, başka pek çok yemekle de içebilirim. Hatta sıcak yaz akşamlarında aperatif niyetine. Tek başına.

Yazarın Tüm Yazıları