Aklımız da topuklarımız da Roma’da kaldı

Cebimde uzun bir liste. Yok hayır, alışveriş listesi değil. Hepsi eşten dosttan derlenmiş lokanta isimleri.

Kiminin yanında büyük harflerle "öğle" yazıyor, kiminin üzerinde yıldızlar var. Akşamüstü uğranılacaklar, pahalı olduğu belirtilenler, "ucuz ama fevkalade" diye not düşülenler. Çeşit çeşit lokanta. Oysa İtalya’da hepi topu dört günümüz var. Üstelik son gün de Floransa’dayız.

Peki bunca lokantaya ne zaman gideceğiz? Ve daha da önemlisi Taylan Kümeli’ye nasıl ihanet edecek, iki ayın emeğini bir kalemde sileceğiz?

Yol boyu Fadik ile üç günlük Roma kaçamağımıza ad koymaya çalıştık durduk. Hani şöyle Tantanvari, afili bir ad. Ben Sefahat diyorum, o Siesta’da ısrarlı. Mus’ta çıt yok. Neymiş, Sefahat dediğin uzun sürermiş, Siesta dediğin tıpkı bizimki gibi göz açıp kapayana kadar geçermiş. Tamam ad konusunda anlaşamadık ama üçümüz de hemfikiriz: Yenilecek içilecek, aheste gezilecek, can ne çekerse onun peşinden gidilecek!

Romus Romulus yok! Turist kafilelerinin peşine takılıp Trevi çeşmesine para atmalar, Paskalya ayini için Vatikan avlusunu dolduranlara karışmalar, kremalı pasta Vittor Emmanuel önünde fotoğrafa durmalar, Adrianus anıtına hayran kalmalar, Pantheon’nu Japon kafileleriyle dolaşmalar yok! Kararımız karar: Telefonlar kapatılacak, zor bela yarattığımız şu dört günlük kaçamağın tadına varılacak!

Öyle de yaptık. Ve seçim ertesi, İtalyanları bile şaşırtan buz gibi bir havada, hayatta doğmak istediğim tek şehir olduğunu düşündüğüm Roma’ya adım attık. Şehir erguvana keşmiş. Neredeyse her duvarda mor salkım, her pencerede sardunya. Hele o teraslar... Palmiyeli teraslar... Bakmaya doyulmayan, boyun ağrılarına sebebiyet teraslar... Bizi havaalanından otele götüren şoför kırık dökük İngilizcesi ile havanın daha düne kadar güzel olduğunu, bu mevsimde böyle soğuk görülmediğini anlatıyor. "Neyse, hiç değilse yağmur yok" dememize kalmadan ilk damlalar düşüyor. Canımızı bu bile sıkamaz. Keyif çatmaya hükümlüyüz ya, lafı hemen "Neyse ki sağanak yok"a çeviriyor, gördüğümüz ilk şemsiyeciyi zengin etmeye karar veriyoruz.

ZOR SEÇİM

Otel iyi. Merkeze yakın. Hassler değilse de idare eder. Güler yüzlü resepsiyonist odaların bir saate kadar hazır olacağını söylüyor. Daha iyi ya, biz de bir an önce sokaklara vurur, gider öğle yemeği yenilecek listesinden bir yere kuruluruz. Öyle de yapıyoruz. İstikamet Via Borgognona 31 numara. Nino, içinde turiste rastlanmayan ender İtalyan lokantalarından. Öğle molası veren işadamlarıyla, alışveriş yorgunu burjuva kadınlarla ve salatayla öğle yemeğini geçiştirmeyi hakaret sayanlarla dolu; tıklım tıkış gürültülü bir yer. İstisnasız her masada bir şişe şarap. Ve istisnasız herkes, önü arkası tatlısı derken en az üç kap yiyor. Sanki orada doğmuş ve sanki orada ölecekmiş gibi duran yaşlı garson İtalyan olduğumuzdan emin, hızlı hızlı bir şeyler soruyor. Anlamadığımızı görünce masaya mönüyü bırakıp uzaklaşıyor. Ne de olsa yılların deneyimi... "Turist dediğin her satırı hatmeder, sonunda da yan masada yiyenlerin yemeklerini seçer."

"Antipasti, pasti, günün yemeği, sağdakiler ne içiyorlar, Chianti, mevsim kuşkonmaz mevsimi, evet evet kuşkonmaz yemeli, vitello dana değil miydi... Aman kızartma olmasın, bak frambuaz da çıkmış..." derken sonunda yemekler seçildi. Ve hepsi nefisti. Bir şişe Ruffino da dahil toplam 125 Euro ödedik ve yediklerimizi eritmek üzere hızlı hızlı Roma şeytan üçgenine gittik. Via Condotti ve ona paralel dört beş sokak gerçekten de şeytan üçgeni. Her vitrin ayrı güzel. Alışverişi düşünmeyenlerin bile eninde sonunda aklı çeliniyor ve insan kendini bir sürü paketle yürürken buluyor. Otele döndüğümüzde akşam inmiş, ayaklar şişmişti.

CÜZDANA DİKKAT

O gece yemeğimizi Via Aureliano 40 numaradaki küçük trattoriada yedik. Mahallelinin doldurduğu, Roma’daki yüzlerce trattoriadan biri. Hızlı ve iyi yemek yenen, fiyatı makul yerlerden ama Nino gibi değil. Gidilmese de pekala olur. Ertesi gün -madem bu bir yemek ve lokanta yazısı, o halde gördüklerimizi kendimize saklayıp yediklerimize odaklanalım- öğle yemeğini ısrarla gitmemizi söyledikleri Piazza del Poppolo numara 2’deki Bolognese’de yedik. Bolognese, Roma’nın cakalı lokantalarından. Mankenler, reklamcı olduğunu sandığım tuhaf sakallı ve takım elbiselerinin üzerine yelek giymiş adamlar; şıklık, şıklık, şıklık. Yemekler harika, müşteriler ondan da harika! Gözünüzle, midenizin doymasının bedeli adam başı yaklaşık 60 Euro civarında.

Quinze e Gabrieli için -ki akşam gidilmeli- Roma’nın en iyi balık lokantalarından biridir deniyor ve Allah için doğru söyleniyor. Duvarlarında dalga resimleri ve mutfak bacasının üstündeki koca istiridyesi ile dekorasyonu sevimsiz. Fakat yosunundan balığına denizden çıkan her şey ama her şey, ünü İtalya’yı tutmuş şefin elinde sadece orada tadabileceğiniz bir lezzete dönüşüyor. Geniş bir şarap kavı ve mutlaka yenilmesini önerdiğim ıstakozlu spagettisi var. Börtü böcek yer, ardından balıkla devam eder, iki şişe de iyi şarap içerseniz adam başı 200 Euro ödersiniz. Gözünüz döner, bir de ondan tadayım bir de buna bakayım diye işin ucunu kaçırırsanız, günah benden gider.

Gelelim adı listemizin başında bulunan ve öneren arkadaş tarafından yıldızlarla taçlandırılan Pergola’ya. Pergola bütün Romalıların, üstelik hiçbir konuda anlaşamayan, seçimleri bile foto finişe bırakan Romalıların, ağız birliği edip "En iyisi" dedikleri lokanta. Via Cadlolo 101 numarada. Ve pahalı! Mutfak, Akdeniz mutfağı. Ancak Pergola ile ilgili yazacaklarım bu kadar. Çünkü gidemedik. Roma’ya ayak basar basmaz oteldekilerden yer ayırtmalarını istediğimiz halde Pergola’da yemek yiyemedik. Üç haftalık bekleme süresi varmış ve soyadınız Visconti ya da Berlusconi değilse, öldür Allah yer açılmazmış... O da artık başka bahara.

Ve barlar... Rhome, La Maison, Harry’s, Jackie O iyilerden. Ve Yurtsan Atakan’a inat, bir sürü "ristoranti per fumatori" yani sigara içilebilen yerler. Da Fortuno, Da Cesare ve diğerleri.

Başka? Başkası yok... Üç güne bunlar sığdı ve emin olun tek bir gram bile alınmadı. Ne kadar yürüdüğümüzü varın siz düşünün. Mus’un döner ayak söylediği gibi, aklımız da topuklarımız da Roma’da kaldı.
Yazarın Tüm Yazıları