Paylaş
Bu hafta ne yazacaksın diye soruyor Tansu telefonda...
Ne yazmamı bekliyorsun diyorum, bir haftadır sokağa çıktığım yok. Evde oturuyor, televizyon izliyor, nette dolaşıyor, gazeteleri okuyorum... İzlediklerim, okuduklarım içinde Allah için ‘life style’ denen türe uygun tek bir şey yok.
“Bu saydıklarından çıksa çıksa ‘hell style’ çıkar” diyor gülerek. “Gazete yerine roman okusan, televizyon yerine film izlesen, evde oturacağına Urla’ya gelsen o tansiyon gram kıpırdamazdı. İnat ettin gelmedin, şimdi ne yazacağım diye düşün bakalım...”
Umarım haklıdır... Tansiyon denen ve uzun yıllar sadece yaşlılarda görüldüğünü düşündüğüm meret benim ataletimden ötürü fırlamıştır.
Vah vahlı bir sesle bugün tansiyon, yarın siyatik diyorum.
“İkisinden de kurtulmanın yolu belli” diyor; “Gidip bir bilet alıyor ve atlayıp Urla’ya geliyorsun!”
Kapatıyor.
Emir büyük yerden.
Gelecek hafta ne yazsam diye kıvranmayacağım kesin. Deee bu hafta?
Ekran bana ben ekrana bakıyorum melül melül.
Çaresi yok diyorum, ne yaptıysan onu yazacaksın..
Yoo, diye başlık atıyorum.
SON GÜNLERDE BİR ŞEYE SİNİRLENDİNİZ Mİ
On gün kadar önce kulağımda, biri beni andı galiba, çınlamasına hiç mi hiç benzemeyen bir uğuldama evde oturur ve arayan herkese ‘başım çekül’ gibi diye yakınırken biri “Tansiyonunu ölçtürdün mü” diye soruyor. “Yoo” diyorum.
O gamsız ‘Yoo’nun arkası şöyle geliyor: Olur mu diye azarlanma, eczanenin yolunu tutma, gördüğüne inanmayan eczacının bandı ikinci kez koluma sarması, cık cıklayıp kaşlarını kaldırması, doktora görün tavsiyesi, Acıbadem Acil, bir hafta izleyelim bakalım’a eşlik eden reçete, yine eczane, iki kutu hap, yanlış ölçüyor bunlar dendiği için küçük ve ekonomik olanın yerine büyük ve pahalı bir alet alıp eve dönme, küçük bir defteri başucuma yerleştirme, haptan önce ölç yaz, haptan sonra ölç yaz, aç karnına ölç yaz, tok karnına ölç yaz, yatmadan ölç yaz, kalkınca ölç yaz... 14’e sevin 16’ya üzül, 12’yi göreme.
Ayaklarını dayanabildiği kadar sıcak suyla dolu bir leğene daldır, başına buz koy dedi Nilo...
Resim şu: Başta buz torbası, eşofman paçaları dize çekilmiş, ıstakoz ayaklar leğende, gözüm ekrana kilitlenmiş. Ankara’daki evlerinin geniş salonunda koşturması dün gibi aklımda olan çocuk, şimdi kasığından bıçaklanmış. Ölüyorum, diye feryat ediyor. Ne gelen yetişiyor imdadına ne geçen. O kadar sahici ki korkusu feryadı, o kadar can alıcı ki hüngür hüngür ağlamaya başlıyorum.
Oysa “Son günlerde bir şeye sinirlendiniz mi?” diye soran doktora nasıl da kendimden emin “Yoo” demiştim.
Aslında doğruydu söylediğim. Biz artık bir şeye sinirlenmiyor, daimi bir sinir halinde yaşıyoruz uzun süredir... Sinir, kahır, kaygı, korku her neyse adı o halin içinde.
Bu arada buzlar eridi, su ılındı.
Tansu haklı.
Defteri kapatıyor, alengirli aleti kaldırıyorum.
Telefonu çevirip “İzmir’e bir bilet” diyorum.
KUŞKONMAZ VE MONEY CARD
Geçen hafta kuşkonmaz üzerine yazdım ya, ne çok seveni varmış inanılır gibi değil.
Oysa ben kuşkonmazın mutfağımızda nedense yeri olmadığını, bu güzelim sebzeye büyük haksızlık yapıldığını düşünür dururdum. Anlaşılan fena halde yanılmışım...
Gelen postalar arasında “Gerçekten de ucuzlamadı” diye yakınanlar, belki bu türlüsünü yememişsinizdir diye tarif verenler, şuradan alın ucuz diye adres gösterenler...
Ancak iki tanesi var ki anmadan geçmem mümkün değil. Biri Amasya’dan, diğeri Manisa...
Amasya’dan yazan Yelgin Hanım’ın postası sayesinde yörede kuşkonmaza menevcer dendiğini öğrendim. Soğanla kavurması yapılıp yenirmiş. Yelgin Hanım yazımı okuduktan sonra çalıların arasından topladığı bir demet çıtır menevcerin fotoğrafını çekip yollamış. “Arzu ederseniz sizin için de toplar, yollarım” diyerek. Ağzım sulana sulana mor-yeşil menevcerlere baktım ama Yelgin Hanım’a kıyamadım. Toplamak neyse de, göndermek zahmetli iş. Bir gün yolum Amasya’ya düşerse, hele de havada bahar kokusu varsa, kendisini arar bana kuşkonmaz kavurması yapmasını rica ederim.
İkinci posta daha da kıymetli. Bu kez kuşkonmaz üretimi söz konusu çünkü. Ege Organik Asparagus Ltd şirketi meğer iki yıldır Manisa’da kuşkonmaz üretimi yapıyormuş. 400 dönümde yaptıkları üretimi de yurt içi ve yurt dışına satıyorlarmış. Bu yıl İstanbul’a 20 ton kuşkonmaz göndermişler. Lokantalara, otellere ve kişilere yolluyorlarmış organik kuşkonmazları. Şirketin müşteri temsilcisi Işıl Hanım bir de iletişim adresi vermiş. Çıkmadı gitti şu meret, diye üzülenlere organik kuşkonmaz yemek isteyenlere bildirmek isterim: www.egeasparagus.com’a girerek hem şirket hakkında bilgi edinebilir hem de kilosu 17 liradan mis gibi kuşkonmaz yiyebilirsiniz.
Bir de teşekkürüm var.
Kocaman ve gönülden bir teşekkür: Makro’ya.
Gene geçen haftaki yazımda bir ithal kuşkonmaz fiyatlarının yüksekliğinden bir de Makro marketlerin Money Card’ının ne tür işlevi olduğunu çözemediğimden dem vurmuş, Makro gibi bir markete böyle bir kart yakıştıramadığımı söylemiştim.
Yazının yayınlanmasının üstünden beş gün geçmişti ki, telefon çaldı ve tok sesli biri “Ben firmanın kurumsal iletişim grup başkanı Ahu Başkut” dedi.
Aynı anda içimden koca bir “Eyvahhh” geçti.
Ne yalan, bir dizi bahane dinleyeceğimi düşündüm.
Oysa Ahu Hanım söze “Beş gündür geriye dönük araştırma yaptırıyoruz” diye başladı. Meğer yazım üzerine mart başından itibaren Makro reyonlarında satılan kuşkonmaz fiyatlarını incelemiş ve markete benim verdiğim fiyattan kuşkonmaz girmediğini belirlemişler. Hayır düşündüğünüz gibi değil. Ahu Hanım fiyatı yanlış hatırlıyorsunuz diye serzenişte bulunmak için değil, etikette yazan fiyatın kilo ederini bildirdiğini dolayısıyla da gördüğüm fiyatın demet değil kilo fiyatı olduğunu, ancak böyle bir etiket uygulamasının tüketici nezdinde yanlış algılamaya yol açtığını fark ettiklerini; bundan böyle etikette demet fiyatlarının yazacağını söylemek ve böyle bir hatayı görmelerini sağladığım için teşekkür etmek için arıyor. Fiyatın yüksekliği içinse “Yerli ürün ancak bahar sonuna doğru piyasaya çıkıyor, o yüzden de bahar başında mecburen ithalat yoluna gidiyoruz bu da fiyatları yükseltiyor” diyor ve Mayıs başından itibaren Makro’larda demeti beş liradan yerli kuşkonmaz satılacağını müjdeleyerek içime sular serpiyor.
Money Card’a gelince, kişiye özel bir kartmış Money Card. Bırakın işlevsiz olmasını, bin türlü hüneri varmış ama yerim bittiğinden hepsini tek tek sıralamam imkansız...
Makro’ya neden teşekkür etiğime gelince. Basit.
Eleştirisini dile getiren gazete yazarları genellikle üç davranışla karşılaşır: Eleştirilen ya koyu bir vurdumduymazlığa bürünür ya sızlanır ya da savunacağım diye hakaret eder.
Eleştiriden pay çıkaran, çıkarmakla kalmayıp arayan, anlatan, düzeltene pek rastlanmaz.
Teşekkürüm o yüzden...
Paylaş