Paylaş
Daha doğrusu anahtarı çevirip iterdim ben kapıyı, kapı da açılırdı, o anda da öyle olması gerekiyordu, her zamanki gibi.
Ama öyle olmadı. Dönmedi anahtar kilidin yuvasında. Yanlış anahtar! Yuvasını yadırgayan bir anahtar! 3 yıl sonra kapının kilidine ilk defa başka bir anahtar sokmuştum.
“Allah kahretsin! Allah kahretsin! Allah kahretsin! ”. Ağzımdan çıkan tek cümle buydu.
Kahrolan bir anahtar canlandı gözümün önünde. Başını olmayan ellerinin arasına almış, ağlayan ve gözyaşları kendine özgü çıkıntılarından aşağıya doğru akan bir anahtar.
Her şey üst üste geliyordu. Kapanan kapılar, açılmayan kapılar, yanlış kararlar, yanlış anahtarlar, nafile denemeler, mutlak başarısızlıklar.
O an kendi kapımın önünde uğuldayarak akan bilincime sessizce seyircilik yaparken, bir muhabir ordusu tarafından etrafımın sarıldığını hayal ettim, “...sizi nelerin mutlu ettiğini bizlere anlatabilir misiniz?”, “Hayattan beklentileriniz nelerdir?”, “Geleceğe dair planlarınızdan biraz bahseder misiniz?”, “Bilmem kaç yıl sonra kendinizi ne yaparken görüyorsunuz?”
Muhabirleri azarlardım herhalde: “Bu saçma sapan soruları bulmak için çok uğraştınız mı? Cevap vermek istemiyorum, şimdi müsaade ederseniz yetişmem gereken çok önemli bir şeyim var”.
HANIMIN İSYANI
Çok önemli bir neyim olabileceğini bile bilmiyordum şu anda. Sonra bu çok özel röportajımın tv’de ana haber bültenlerinden birinde şu alt yazıyla ekrana getirildiğini düşünüp, cep telefonumdan beni ilk hangi sevgili dostumun arayabileceğini tahmin etmeye çalıştım: “...Hanımın isyanı!”
Anahtarlığıma bakıp, doğru anahtarı seçtim. Arabamın anahtarı, evimin anahtarı, apartman kapısının anahtarı, yatak odamdaki küçük kutumun anahtarı. Toplam dört anahtar. Demek ki başkalarının benden habersiz açmaması gereken çok fazla şey yoktu hayatımda.
Tekrar baştan başladım. Anahtarı kapının kilidine soktum. Anahtarı çevirirken aynı zamanda da kapıyı ittim. Alıştığım gibi kapı ardına kadar açıldı.
İçeri girdim, kapıyı kapadım, ayakkabılarımı çıkarttım. Doğruca salona gidip, yemek masasının sandalyelerinden birini çekip oturdum. Cep telefonunu elime alıp, arayabileceğim arkadaşlarımın isimlerinin üzerinde dolaştım.
Kimseyi arayamadım. Başımı ellerinin arasına aldım. O hayalimdeki muhabirlerin sorularını tekrar düşündüm, daha dürüst cevaplar verdim aklımda:
BEKLENTİLERİNİZ NELER
“...sizi nelerin mutlu ettiğini bizlere anlatabilir misiniz?”
- Şu anda beni en çok bugün işten çıkarılmamış olmak mutlu ederdi.
“Hayattan beklentileriniz nelerdir?”
- Bu haberi dostuma verdiğim zaman, “Üzülme ya, hayat böyle işte... Bak fırsat versem beni de işten çıkartırlardı ama ben...” gibi boş akıllar vermesi ve en sonunda konuyu yine kendisine bağlaması yerine beni sadece dinlemesini, üzüntüme gerçekten ortak olmasını beklerdim.
“Geleceğe dair planlarınızdan biraz bahseder misiniz?”
- İş arayacağım.
“... yıl sonra kendinizi ne yaparken görüyorsunuz?”
- Umarım şu an olduğum yerde olmam. Umarım.
Bazen yılda bir kez de olsa, yanlış bir anahtara gerek kalmadan sorabilmeli insan kendine bu soruları galiba, ne dersiniz ?
Sonra ardına bakmalı, ilerlemiş mi , hedeften sapmış mı, nasıl kararlar almış, kimler yürümüş, kimleri silip geçmiş, en önemlisi hayallerine, olduğu yerde tozlanmadan, koşar adımlarla da olsa kaplumbağa adımlarıyla da, ulaşmak için bahanesiz, savunmasız, samimi olarak ne yapmış...
Çok değil, yılda bir kez...
Paylaş