Seyfettin duşta

ARKADAŞIM Dodo’yla ne zaman bir plan yapıp bir araya gelsek başımıza olmadık şeyler geliyor.

Adrenalin yaşamak isterseniz çekinmeyin yani, gelin bir kahveye.
Dodo’nun evi Ankara’nın Çankaya semtinde. Şirin, bahçeli bir ev.
Bahçe dediysem aklınıza villa gelmesin. Bir binanın giriş katı. Küçük bir bahçe yapmışlar önüne. Neyse bahçede çay içeceğiz , iki dedikodunun belini kıracağız diye Dodo’ya gidiyorum.
* * *
Sinirden kıpkırmızı Dodo.
“Hayırdır?” diyorum.
Cevap vermeden çalan telefona koşuyor.
Açar açmaz -belli ki geçmişi olan bir konuşmanın devamı- bağırmaya başlıyor:
“Kardeşim, yok dedim! Seyfettin diye birini tanımıyorum ben! Tanımıyorum! Niye anlamak istemiyorsun?.. Yalan mı? Neden yalan söyleyeyim yaaa?”
Kapatıyor telefonu karşıdakinin suratına.
“Ay deli olacağım. Sabahtan beri aynı kadın. Seyfettin orada mı? Biliyorum orada olduğunu, bir çift laf edip kapatacağım, vermezsen ikinizin de başına yıkacağım dünyayı deyip duruyor”.
Gülüyorum:
“E kadın haklı. Sen de ver Seyfettin’i telefona kurtul...”
Aptallaşıyor Dodo:
“Dalga geç sen. Sabahtan beri susmadı evin telefonu. Hayır o değil Osman’dan da telefon bekliyorum, sürekli meşgul ,Allah bilir kaç kez aradı da ulaşamadı bana, cebi de sürekli kapalı, çekmiyor herhalde.”
Hemen bir not düşelim; Osman Dodo’nun erkek arkadaşı.
Bana kalırsa erkek arkadaşı değil Allahın ona gönderdiği bir bela.
Kıza kaprisleriyle, yalanlarıyla, aldatmalarıyla cehennemi yaşatıyor.
Reenkarnasyon diye bir şey varsa Dodo kesin bir önceki hayatında yaptığı kötülüklerin bedelini ödüyor.
Ama gönül bu işte. Dodo nuh diyor peygamber demiyor. İlle de Osman.
* * *
Neyse öbür konuyla devam ediyorum...
“Bir daha çalarsa ben açacağım”.
Şaşkın ama bıkkın Dodo cümlemin bitmesiyle çalan telefonu bana uzatıyor.
“Seyfettin’i istiyorum dedim”, bas bas bağırıyor kadın, gerçekten sinir bozucu.
“Hanımefendi Seyfettin duşta...”, sesim buz gibi.
Kısa süren bir şok... Dodo derseniz oturduğu sandalyeden düştü bu cümlemle.
“Şu anda gelemez yani... Uygun değil... Anlatabiliyor muyum... Akşam gelince görüşürsünüz artık”.
Az önce 7.65’lik mermiyi namluya sürüp telefona nişan almaya hazır kadının sesi kısılıyor...
“Demek duşta... Oldu... Anlıyorum”.
Süngü düşmüş durumda.
Yazık yaaa, içim sızlıyor bir yandan...
Bazen ne kötü, ne acımasız oluyorum.
Sesi titriyor üzüntüden. Artık öfke yok, yıkılmış...
“O’na şunu söyler misiniz rica etsem... Artık Ece diye biri yok. Beni aramasın, sormasın”.
Birden yine çıldırıyor, kadınların sağı solu belli olmuyor hakikaten.
“Benim gibi bir kadına layık değildi zaten o hıyar. Olsa olsa senin gibi...!”
Yok artık dayanamıyorum.
Sözünü kesiyorum. Olmayan Seyfettin üstüne hakaret yiyemem yani.
Hayatımın özlü sözünü uyduruyorum: (Ferzane Zenan olarak telifi bana ait ona göre)
“Hanımefendi hayatınızda böyle hıyarlar oldukça sizden kadın değil sadece bostan olur zaten.
Kapatıyorum sinirle...
* * *
Dodo arenada yaralanan matadorunu kolundan çekip koltuğa oturtuyor...
“Süper konuştun kızzzım var ya, bu kadınlar nereden buluyorlar bu adamları anlamıyorum”.
Pis pis bakıyorum Dodo’ya...
Ettiği lafın ucundan kendine dokunduğunu hissediyor, uzatmıyor lafı. Gayet hızlı bir şekilde soruyor:
“Kahven şekerli olsun di mi?”
Mutfağa kaçıyor...
Tanımadığım Ece’yi tanımadığım Seyfettin’den bir şekilde kurtardım.
Biraz sert olsa da galiba başardım.
Başka bir kadının ilişkisi hakkında atıp tutan, her şeyi çok bildiğini sanan arkadaşım Dodo bakalım güzel bir kadınken bostana döndüğünün ne zaman farkına varacak...
Yazarın Tüm Yazıları